| | Paranteziçi Hayatlar Denemeleri | |
|
+6kaanka68 gezgin rose f şıkkı LiMaN parantezicihayatlar 10 posters | |
Yazar | Mesaj |
---|
parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Çarş. Mayıs 30, 2007 11:43 pm | |
| ŞehirRock dergisi 9. sayı da yayınlandı... BİZE YALNIZ FİKRET KIZILOK DOĞRUYU SÖYLEDİ...Gecenin bir yarısı kalktı yatağından. Işığı açma ihtiyacı duydu. İçindeki histerik belirsizlik duygusundan öte... Gövde gösterisi yaparken anılar beyninde provokasyona gelmemek için direniyordu. Daha fazla görmezlikten gelemedi yüreğindeki arızalı duyguyu. Yanı başındaki telefona uzanarak en yakın arkadaşını aradı. Arkadaşı işe başladığı için uzun süredir görüşememişlerdi. Buluşmaya çağırsa bile gelemeyecekti çünkü işleri çok yoğundu. Telefon uzunca çaldıktan sonra arkadaşının ‘ Alo! ‘ demesine bile fırsat vermeden konuşmaya başladı:
- Birinin gönlünü almak istiyorum ve seni seçtim!
- Ne diyorsun dostum? Hiçbir şey anlamıyorum.
- 'Birinin gönlünü almak!' diyorum.
- Delirdin mi sen? Gecenin bir yarısı bu da neyin nesi?
- … ;
'' Bizim kuşağı hatırlasın değil mi? Baharın o cazip havasına kapılmışken kısırlaştırılan köpekleriz biz. Bir noktadan sonra çoğalamadık sende biliyorsun. Nokta koydular yaşama sevincimize. Kırılgan çocuklar olduğumuzu göremediler. Uzun saçlarımızın ardına saklanmış büzük dudaklı ve ağlamaklı erkek çocuğunu oraya hapsettiler. İşte, bak! Hala orada durur ama kimse görmez. Tam saçlarımın dibinde. Saçlarımı üçe vurdurup askere gittiğim zaman da göremeyecekler.Üniversite tuvaletinde boğazıma bıçak dayayıp saçlarımı kesmem için tehdit eden ahmaklar da fark edememişlerdi. Sırf o çocuğu korumak için kesmemiştim saçlarımı ertesi gün.
Bunu fark ettiklerinden olsa gerek, müdahale etmediler bir daha yıpranmış saçlarıma. Bu arada sen bakma onlara ‘yıpranmış’ dediğime. En müstehcen rüzgarlarda en dindar dansı yaptılar salınarak… En tutkusuz parmakların arasından kayarken bile teslim bayrağını çekmediler. Her daim müptelaydılar maneviyata. Üniformalı anti-panteistler düşlerimize el koyduklarını açıklarken televizyonda yine parmak aralarımda onlar vardı. O günden sonra hiçbir şey iyiye gitmedi. Düşler işkence gördü… Ve bembeyaz sırıtkan dişler arasında çiğnenip gittiler.
Okul dediğin şey insanın önünü tıkar mı örneğin? Kaç genç hayalin mağlubiyetine ev sahipliği yaptı müsamahasız Endüstri Meslek Liseleri… Kağıt üzerinde kalem, tuval üzerinde fırça tutacak kaç el makine yağları arasında nasır tutmaya mahkum edildi?
Bu yüzden kaç aşk istem dışı sona erdi. Kendi geleceğini belirleyemeyen genç nasıl cevap verecekti denetim kurulu edasında başına dikilmiş katı toplum kurallarına. İşte, o günden sonra aşklarda istem dışı paraya meyil duymaya başladı. Söyler misin? Bize o tarihten sonra hangi siyasetçi doğru söyledi?
Neozoik bir heykel gibi tüm asaleti ile beyaz perde de doğan, siyah / beyaz filmlerin üzerine gelen seviyesiz ve pornografik filmlerin suçlusu kim? T.P.A.O.Batman Orkestrasından sonra hiç yakıştı mı arabesk kültür bu ülkeye? Hadi ÇAMAN, Ali POYRAZOĞLU, Arzu OKAY, Bülent KAYABAŞ, Aydemir AKBAŞ gibi geçinebilmek için seks filmlerinde oynamış kaç sanatkar var biliyor musun? Üstelik arabeskçiler beyaz perdeyi adalete tecavüz edercesine ele geçirmişken…
Bize yalnız Fikret KIZILOK doğruyu söyledi…
Yemyeşil şarkılarla, bir yetimhaneden gece vakti yükselen ‘’anne’’ haykırışları gibi bir tek o doğruyu söyledi… Yasallaştırılmak hiç mi hiç yakışmayan şarkı sözlerinde bize yalnız o doğruyu gösterdi… Ama biz duymadık… Duysak bile bir şey yapamamanın ruhumuza getirdiği rutubet içinde kuruduk gittik. Ben vicdan azabı duyuyorum. Birilerinin gönlünü almak ve borcumu ödemek istiyorum… İçim rahat değil… Şimdi, bana gönlünü verir misin? Onu alacak halim bile yok yalvarırım! ‘’ -Sen iyi değilsin dostum. Şimdi uyumam gerek, sabah patron fırça çekecek yoksa.
-Hatırlar mısın hayallerimizi? Sen yazar olacaktın, ben ise müzisyen.
-Sen gitar mı çalıyorsun bu saatte… Yok, anladım… Sen adam olmayacaksın!
-Hay aksi şeytan! Duydun demek! Gitar çalmaktan nasır tutmuş parmaklarım tamam da... Bunca kanama içinde çıkan bu güzel sesler de neyin nesi şimdi? Tam alışmışken boğazıma kadar batmaya! Şimdi yine hayallerime teşvik edecekler beni. Azmettirici olacak notalar. Katilimi beklemeye koyulacağım. Haydi sen uyu şimdi / Ben ise ölmeyi bekleyeyim! | |
| | | LiMaN Administrator
Mesaj Sayısı : 1977 Kayıt tarihi : 10/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Perş. Mayıs 31, 2007 4:20 am | |
| Kalemine yüreğine sağlık, yazıların için başlık açman da süper olmuş. böylelikle daha rahat takip edeceğiz. Liman daki diger tüm başlıklardan da buraya link verebilirsin abicim. kolay gelsin, seni seviyoruz. | |
| | | f şıkkı sarı
Mesaj Sayısı : 32 Yaş : 46 Kayıt tarihi : 10/04/07
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Perş. Mayıs 31, 2007 8:49 am | |
| niyetsizsin büyümeye ve ehliyetsiz, faili meçhul hayata.. hadi si ver sol ve'fa.. hayırlı olsun.. | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Çarş. Haz. 06, 2007 5:04 pm | |
| canlarım =) bu aralar kişisel yoğunluklarımdan dolayı çok katılamıyorum paylaşıma... eve bile zor atıyorum kendimi... işlerim biter bitmez burdayım... hepinizin kelimelerini, harflerini ayrı ayrı, tek tek zevkle ve merakla okuyacağım... | |
| | | rose Moderator
Mesaj Sayısı : 301 Yaş : 53 Kayıt tarihi : 25/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Cuma Haz. 08, 2007 1:03 am | |
| Biz seni okuyoruz, yeni işinde de başarılarının devamını diliyorum. | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| | | | gezgin göşkuşağı (onursal üye)
Mesaj Sayısı : 297 Yaş : 45 Kayıt tarihi : 01/05/07
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri C.tesi Haz. 16, 2007 8:58 am | |
| | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Paz Haz. 17, 2007 9:43 am | |
| | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Salı Haz. 19, 2007 5:32 pm | |
| Ampul Aydınları İsim simsarlığı yapmak, önüne geçilemeyecek bir yara olma yolunda hızla ilerliyor. Hiç olmayacak makamlar da, mevkiler de, oturdukları koltuklarla uzaktan yakından ilgisi olmayan insanlar oturuyor. Bütün gazetelerin, dergilerin, TV ekranlarının, kurumsal ve siyasi makamların her biri istila edilmiş. Başı dik ve inandığı yolda ilerlemeye çalışan milyonlarca genç arafta kaldı. Ya onlar gibi olmalısınız... Onlar gibi düşünmeli, yaşamalı, giyinmeli ve dudaklarından çıkacak her şeyi kabullenmelisiniz. Ya da hangi yola gireceğini şaşırmış bir halde, şu gencecik yaşınızda, arafta acılar içinde kıvranıp durmalısınız. Dokuz Şubat / Ali SARUGAN sergisinde, sevgili abimiz Harun ANTAKYALI'nın bir tespiti olmuştu. O kadar haklıydı ki... Bilirkişi abilere / ablalara seslenerek; ''Hepsi şu an bar sandalyeleri üzerinde, içkilerini yudumlayarak, yine kendi muhitlerinden, aynı okullar da okudukları, aynı düşündükleri, hatta aynı giyindikleri, akademik(!) bar muhabbetlerinde soruyorlar, eminim... '' Nerede bu gençlik?'' diye... İşte, gençlik burada! Şu an, bu sergi salonunda hepsi... Hepsi de aslanlar gibi sanatını yapmanın derdinde. Birçoğu ek işler çevirerek sanatını icra etmek zorunda. Ama şu an hepsi burada. Birbirlerine destek oluyorlar.'' Evet, o gece hepimiz ordaydık! Ben dahil, her daldan, ideal peşinde arkadaşımız vardı. Her birine baktığınız da bir ideal ışığı görebilirdiniz rahatlıkla. Hatta Ali SARUGAN, kendi Resmi WEB Sitesinde bununla alay ediyordu. Kendi biyografisinin olduğu sayfa da, kendini şu cümlelerle ifade ediyordu... '' dj, yönetmen, ressam, mekancı, barmen, yazar, şair, dekoratör, iç mimar, oyuncu, eleştirmen,küratör, sambacı, blues gitaristi, komutan, tekel bayii, falcı, kırtasiyeci, mucit, programcı, hacker, nobel barış ödülü sahibi, hip hop yıldızı gibi pek çok yaşam deneyimi hevesim oldu. hala hayattayım ve bu sayılanlardan bir kısmına vakıf oldum, en azından izledim. batıl inançlarım yoktur fakat olsun isterim. nesnel çevremle barışığımdır. bir tv, bilgisayar ya da keçeli kalemle pek çok insanla anlaştığımdan daha iyi anlaşırım. panikatak tutar bazen, sürekli öleceğimi zannederim,dedektif de olmak isterim. trabzon doğumluyum. ankara’da yaşıyorum. bu arada, barmenlik, web tasarmı, yaratıcı tasarımcılık, vitrincilik, görsel düzenleme sorumluluğu, çevre ve mekan düzenlemesi, animasyon, figüranlik, oyunculuk, çizgi film, duvar resimi, falcılık, dj’lik, badyguardlık, garsonluk, dergi tasarım, t-shirt tasarmı vb. yaptım. halen bu ve bunun gibi işere girip çıkmaktayım ve çalışmalarımı her durumda sürdürmekteyim. burc başak, yükselen yay...'' Bu esprili biyografi aslında her şeyin özeti gibi. Bunun üzerine söylenecek pek bir şey kalmıyor bana. Geçen yıl, bir dönem yerel bir gazete de köşe yazarlığı yaptım. İlk tecrübemdi. Heyecanımı gözlerimden ve cümlelerimden rahatlıkla okuyabilirdiniz. Öyle seviyordum ki işimi, öyle sıkı sıkıya bağlanmıştım ki... Ankara'nın sokaklarında gezerken bir yandan köşem de yazmak için gözlem yapıyordum, bir yandan ise fotoğraf makinemi yanımdan ayırmıyordum. Her an bir haber çıkabilir telaşındaydım. Köşemde yazı yazmak yetmiyordu bana. Rahat değildim... Daha fazlasını yapmak istiyordum. Yerimde oturmak bana ölüm gibi geliyordu. Köşe yazarlığı kesmiyordu içimdeki görev aşkını. Muhabirlik, fotoğrafçılık, editörlük... Neredeyse gazetenin her şeyini sahiplenmiştim kendi içimde. Ama sonuç yine aynı oldu. Onlara benzemediğimi anladığım an da kapıyı vurup çıktım. Henüz yirmi iki yaşımda gazetede ki birçok yazardan iyi yazıyordum, daha çok önemsiyordum işimi, ve daha çok şeye koşma derdindeydim. Baştan savma yazdıldıkları her halinden belli olan yazıları patronuma gösterip '' Bu nereye kadar böyle sürecek?'' dediğimde bana hep aynı şeyi söyledi: '' O abin ya da ablan, ismi yüzünden şu an orada... Onun sadece isminin orada bulunması bile bize yetiyor... Sen yalnızca kendi işine bak. Onları görme! '' Görmeden edemedim. Sokaklar da benim ile aynı aşkı paylaşan milyonlarca yaşıtım varken, istila edilmiş o köşeleri gördükçe hep vicdan azabı çektim. Baştan savma köşe yazılarını okudukça '' Benim burda işim ne?'' diye sordum kendime. Bu akşam ana haber bültenlerinde izledim. Eski hükümlü, hakkında hapis kararı olan eski milletvekillerinden biri tekrar AKP'den adaylığını koydu ve seçildi. Adaylığını koymuş ve seçilememiş yüzlerce genç aday '' Bu adamdan daha mı kötüydük biz?'' diye sormuşlar ve üzülmüşler. İsim simsarlığı, daha çok gencin canını yakacak, hayallerini yıkacak, arafta bırakacak. Ben anladım ki ''balık baştan kokmuş...'' Gençlere kağıt üzerinde her türlü hak verilse de, seçilme yaşı yirmi beş olsa da, huylu huyundan kolay vazgeçmeyecek... Bu simsarlar her çevrede, üretim adı altında ticaret yapmaya devam edecek... Sanatta, siyasette, gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda bu ampul aydınları(!) sefa sürerken, arafta kalmış biz gençlerin acılarının ardına acıklı bir fon müziği koyarak, reyting aracı diye daha çok yutturacaklar bu halka... ''Ampul aydınları'' dedim, ama sadece bu akşam izlediğim haberden yola çıkarak verdim bu örneği... Sağcısı, solcusu, komünisti, muhafazakarı, akademisyeni... Herkes muhit sanatı ve üretimi yaptığı sürece bu gençlerin acısı dinmeyecek... Sadece kendi muhitinden insanları övdükçe, sevdikçe, beğendikçe bu gençler hep boşluğa üretiyormuş gibi hissedecek... Gün gelecek üretim azimleri sona erecek... Meydan samimiyetsiz, aklı fikri ticarete ve kendi kesesine çalışan tipsizlere kalacak... Yalnızca kendileri gibi düşünen, giyinen, yaşayan insanlarI görebildikçe dar gözlükleri, bu yara hep kanayacak. Bu yaradan akan kanın kırmızı rengini hiçbir zaman göremeyecekler. Her kesimden ampul aydınlarının sonu gelmedikçe ortalar da nereye gideceğini, ne yapacağını şaşırmış milyonlarca genç cirit atmaya devam edecek... Bulunduğunuz köşelerde, ekranlarda, koltuk ve makamlarda ampul gibi parlıyorsunuz... Bize bir şey vermiyorsunuz... Yalnızca gözümüzü alıyor anlamsız ışığınız... Akademisyen, siyasetçi, sanatçı, medya patronu, yayın evi sahibi gibi çeşitli kılıklara girmişsiniz... Siz oturduğunuz koltuklarda '' Nerede bu gençler?'' diye soruyorsunuz... Siz bizi arıyorsunuz, ama biz sizi görüyoruz... Işığınız sadece tek tip sinekleri kandırabiliyor... Biz sinek olmadığımız için yanınıza gelmiyoruz! | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Perş. Haz. 21, 2007 9:38 pm | |
| Motorhead’i kaçırmış bir gençlik, kime kızmalı
Motorhead, tam arşivlik bir ‘Best Of’ albümle 2007′de sevenleri ile buluştu… Edindim, ve dinledim… Öyle bir şey itiraf edeceğim ki şimdi, etmeye utanıyorum… ” Damage case, Too late too late, Overkill, Stone dead forever ” parçalarını bilirsiniz… Metallica, ”Garage Inc*” albümünde coverlamıştı… Hakkını da vermişti… Kimse inkar edemez fakat, öyle bir şey var ki sorgulamadan edemedim… Ben bu parçaları Metallica’nın sanıyordum… Önümüze dayatılan popülerlik kültürü içinde öyle körleşmeşim ki, Motorhead’i kaçırımış gözlerim… Burada benim hatam da göz ardı edilemez elbette… Ama ”hırsızın hiç mi suçu yok, kardeşim!?”
Kasetin 90′lı yıllarda dahi beş milyon olduğu bir ülkede, ortaokul çağında kasete harçlıklarını yetiremeyip, kasetçiden kaset çalarak müzik kültürü edinmeye mahkum edilmiş bir gençliğiz biz… Yalan söyleyemem… Biz de yaptık bu çocuklukları… Yerli kasetler beş milyon, yabancılar ise on beş milyon civarıydı… Biri kasetçiyi oyalar, diğeri kaseti aşırırdı… O yakalanma korkusu içinde Metallica’yı keşfettiğimize şükredelim… ” Sus! Şükret, bunu bulamayanlar var ” nidaları içinde büyüdük hepimiz ne de olsa… Kültür Bakanı amcaların vardı hep bir bildikleri… Bak, TV’ler, Radyolar ne güzel piyanist şantör abileri, arabesk parçaları yayınlyor… Onlarla idare et, ya da git, Hakan TAŞIYAN albümü al… Neyine senin on beş milyonluk ecnebi albümü! Şimdi aynı amcalar, o hırsızlıkları sineye çektiler de, korsancılığı ‘hırsızlık’ diye damgalar oldular… MP3 paylaşan siteler kapatılıyor teker teker…
Yine gençliği kasetçilere itecekler…
‘ Gidin çocuklar, çalacaksanız bile orjinal albüm çalın… Hem daha adrenalinli… Ya da müzik kültürü edinmeyin, kösele ayakkabı giyin, tesbih sallayın… İlle de müzik, diye tutturursanız da Kral TV ile yetinin ‘
Ama artık yer mi? Elbette yemez! Bakın, ben yirmi üç yaşımda ilk Motorhead albümümü edindim… Depar isimli Mp3 sitesinden… Bu site kaç senedir kapatılır, gider başka bir yerde tekrar açılır… Kapatılır, yine açılır… Kültür Bakanımıza göre bu sitenin yaptığı hırsızlık… Fakat kaç çocuğa müzik kültürü kazandırıyor, kaç çocuğu hırsızlık yapmak zorunda kalmaktan kurtarıyor, kimin umrunda? | |
| | | gezgin göşkuşağı (onursal üye)
Mesaj Sayısı : 297 Yaş : 45 Kayıt tarihi : 01/05/07
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Cuma Haz. 22, 2007 4:31 am | |
| paylaşmak budur işte, çok güzel bir saptama. Oldu olacak iletişim ağını kessinler, köy enstütülerini kapatan zihniyetten ne beklersin ki. ama hep o meraklı çocuklar olacak. dünya sanatını, bilimi, felsefeyi merak eden. | |
| | | gezgin göşkuşağı (onursal üye)
Mesaj Sayısı : 297 Yaş : 45 Kayıt tarihi : 01/05/07
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Cuma Haz. 22, 2007 4:37 am | |
| ampul aydınlarııı, gençler burada Heryer LiMaN virgüle dikkat
En son tarafından Ptsi Haz. 25, 2007 2:07 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Paz Haz. 24, 2007 8:27 pm | |
| eheh.. eyvallah... sesime ses verdin... dünyaları verdin... buraya yazılan her kelime, boş havaya gitmiyor... adım gibi biliyorum... | |
| | | gezgin göşkuşağı (onursal üye)
Mesaj Sayısı : 297 Yaş : 45 Kayıt tarihi : 01/05/07
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Ptsi Haz. 25, 2007 2:13 am | |
| ne demiş üstad "Anamdan Babamdan bir adım ileri, çocuğumdan bir adım gerideyim" Nazım Hikmet | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Paz Tem. 01, 2007 10:41 pm | |
| Dört mevsim
Dört mevsim yaşadık seninle birlikte… Ülkem gibi… Gözlerinde sonbaharın hüznünü gördüm, teninde başak tarlalarını, ve sıcaklığında Akdeniz sahillerini… Buz tuttu kimi zaman bakışlarımız, Güneydoğu yetişti imdada, güneşin yakıp kavurduğu engebeli coğrafyasıyla… Ne kadar çatışırsak çatışalım, kardeşleme kültürüne çıktı mavi yolumuz… Benlik alış verişine girmiştik bir kere… Durgunlaştık bakışlarımızda… Yüksek sesle okudum seni içimdeki melez haritaya… Gözleri olmayan, yalnızca duyabilen o iğreti halka… Aşka, başka değerler yüklemeye çalışanlaraydı ayaklanmaları… Sözler hiçbir şeyi değiştiremedi tarih boyunca… Birileri bazı sözler söyledi, çocuklar öldü… Birileri bazı sözler söyledi, silahlar sese geldi… Birileri bazı sözler söyledi, ölüm söze geldi… Ben, yaşam boyunca susan ayaklanmalar yaşamak istiyorum göğsünde…
Sustukça, çocuklar doğsun teninde… Sevişmelerin ardından gelen sessizlik nöbetlerinde yad etsin sevgililer ikimizi… Sevişelim, susuşalım öylece… Sessiz sedasız kız çocukları armağan edelim kanlı ellere… Ar damarını çatlatalım tüm yurtsever alfabelerin… Sınırsız bedenler, bayraksız yataklar, marşsız aşk sözcükleri çevrelesin adamızı… Yalnız öfkesi kabarmış yetişkinler… Hepsi, hepsi ölmeli… Öfkesiyle beraber yürekleri kabarmış çocuklar yetiştirmeliyiz, doksan altı metre kare, gizli adamızda…
Farklı coğrafyalardan bulduk birbirimizi… Ten / tene, beden / bedene dört mevsim yaşadık… İkilik kinini içimizden attık… Doğduğun coğrafya da sevmek zor… Bilirim sevgilim… ”Mardin Kapı şen olur… Senin doğduğun yerler de yar seven mutlaka verem olur!” İlk çığlığının düştüğü toprakları seviyorum… Sorgusuz / sualsiz benimsiyorum her bir karışını… İki farklı coğrafyayı, soğuk bir yatakta, bir beden yapmadık mı? Tek vücut seviştirmedik mi, Ankara’nın bozkırı ile, Mardin’in yaylasını… Yaz / kış / güz ve bahar… Dört mevsim yaşamadık mı, nüfus kağıtlarımızın doğum yeri hanesine inat…
Sözler mi söyledik? Bizden sonra gelecek olanları galeyana mı getirdik? Biz bunu nasıl becerdik, bakışlarına kır düşmüş gelinim? İki çift canhıraş göz, iki tuzlu ten yetmedi mi iki koca şehri bir yastık müdavimi yapmaya… İşte, bu sebeptendir ki beyaz tenin olsun, doğacak çocuklarımın tarihi…
Her okşamada nakış nakış işledim bedenine sınırsızlığı… Her öpüşümde ilmek ilmek ördüm dudaklarına sevgiyi…
Rengarenk bir kilim misali işledim yüreğine, evrenin her köşesini…
Tarihin karmaşasından gelen tozlu sesler yok lügatimde…
Başkalarının doğrusunu yazasım, ırklara, ideolojilere, sınırlara sıkışmış çığlıklar atasım yok…
Sözler hiçbir şeyi değiştiremedi tarih boyunca…
Birileri bazı sözler söyledi, çocuklar öldü… Birileri bazı sözler söyledi, silahlar sese geldi… Birileri bazı sözler söyledi, ölüm söze geldi…
Sırf bu yüzden bile olsa, sözleri sevmiyorum, gözlerin kadar…
Gözlerinde doğurttuğum pembe düşlü, beyaz dişli sonsuzluk çocukları kadar…
Yalnız kendi doğrularımı susasım var…
Teninde işlediğim, dudaklarında resmettiğim,
Onlar, benim doğrularım…
İşte, tam şurda, bak!
Siyah saçların ile üstüne durduğun / uyuduğun…
Sol yanım…
Kaç dört mevsim daha dayanır bilmem…
Saçlarının altından, yaşamaya akan anarşist kanım… | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Salı Tem. 03, 2007 6:20 pm | |
| Koca burunlu Kazım Ecel, kaza, savaş, politika, sersemlik O kadar çok sebebi var ki gelmek için Hiç bu kadar kahpe ölmemiştik Hiç bu kadar alenen gelmemişti kitleler ile alay eder gibi Sureti bu kadar bana benzememişti Gülüşü, sesi, ve ince telli saçları Hiç bu kadar onuruma dokunmamıştı şu mavi olduğu iddia edilen, gizemli yolculuk Bu soruyu İlk kez, küçük bir çocukken sormuştum Babamın ilk kez uzaklara gidişinde Bu kadar içten Neden? Çaylıkların kokusunu da bilirdim oysa Peştemal yapan kadınları Karayemişinden de tatmışlığım vardır Küçük ellerim ile Dere kenarlarında ilk sigaramı içmişliğim Benim de senin yaşadığın yerler de ölmüşlüğüm vardır Kazım Yeşiller arasında şiir yazmışlığım Ne de güzel gelir bembeyaz gecelikleri ile ince, dağ patikalarından ilham perileri Sevginin, sevgilinin, onurun ve insanlığın kılığında Öyle bir işler ki ruhuna İşte, horonun coşkusu tam buradan gelir bölge halkına Hep biz; Hep biz gördük memleketin başındaki belaları Annemizin bedeni gibi gördük toprağımızı, içini, dışını, doğusunu, batısını Biz deliyiz, arızalıyız be Kazım! Başka muhitlerin çığırtkanlığını yapmadık Bir doğrularımız var bizim, birimizin gitar teli, diğerimizin mürekkebi, kağıdı, kalemi Biz deliyiz be Kazım! Gözümüz kara bizim Önümüzü göremeyelim, kukla olmayalım, hiçe yaşamayalım, yalnız, kendi doğrularımız ile ölelim diye, Allah, burnumuzu büyük yaratmış bizim Karadenizli analar / babalar bu deli çocukların acısını hafifletmek için fıkralara döşemiş çocuklarını Güldürmüşler yedi alemi, ağlanacak halimize Ah! Koca burunlu Kazım! Buna rağmen gördün gelişini ölümün Yine, burnunu boyundan büyük işlere soktun Sen, kaçıncı gelişini simgeliyordun kim bilir Ardından gelenler kaç defa daha üstlenecek bu rolü Ardından: Kefene dolanmış, ilham perisi kılığında binlerce Azrail her gece iniyor ince, patika yollardan, yeşil / mavi memleketin üzerine Ecel, kaza, savaş, politika, sersemlik O kadar çok sebepleri var ki gelmeleri için Siyaha boyuyorlar mavilikleri / yeşillikleri Çaylıklar da koşturan güzel yüzlü çocuklar bir bir alıyor fıkralarda ki yerlerini O kadar çok sebepleri var ki fıkralara karışmak için Büyük bir burun, yeşil ve mavi, çaylıklar, dalgalar, ilham perileri, delilik, şarkılar, şiir, sen… …gidişin | |
| | | LiMaN Administrator
Mesaj Sayısı : 1977 Kayıt tarihi : 10/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Salı Tem. 03, 2007 6:53 pm | |
| Biz deliyiz, arızalıyız be Kazım! seni seviyorum cihan, kazım sadece bir sembol o da sen istediğin için. | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Çarş. Tem. 04, 2007 7:25 pm | |
| Tepede ki kral / Barış Akarsu anısına'Kimdir o?' Barış AKARSU'yu ilk tanıdığım ve sevdiğim parçası buydu... Hem sözleri, hem melodisinde beni çeken bir şey vardı... 'Tepe de beyaz bir saray... Saray da soytarı bir kral... Kara haber onun işi, sıra kimde? Kanlı resimler ressamı, sergi de insan mezarı... Satılık olan karanlıktır çerçeve de...' O kadar gençti ki henüz... O kadar tazeydi ki, anlatamam... Uysal, şarkılarında asi, mütevazi... Hani bir insanın tam olması gereken bir ayar vardır... Tam o ayardaydı... Ölümü her zaman soğuk kanlı karşılayanlardanım... Bu özelliğime yakınlarım çok şaşırdı oldum olası... Ne yalan söyleyim, Barış'ın ölümü içimi burktu... Bunun ilk sebebi Amasra'ya olan aşkıydı... Ben de birkaç yıl evvel gitmiştim Amasra'ya tatile... Aşık olunmayacak bir yer değildi... Mavi gözlü şehir... Padişahlara dahi '' Lâlâ, Çeşm-i cihan bu mu ola? '' diye sorduran şehir... Amasra gözlü Barış... Çok yazamayacağım aslına bakarsanız... Tek amacım şu an hafiften dökülen gözyaşlarımı bir nebze hafifletebilmek... Bir şeylerden hırsımı alabilmek... En son dizi çekiyordu... İdealistti... Hayalleri, idealleri, düşleri küçümseyenlere tokat misali bir yanıttı... Bu dizi olayına ben de ilk başlarda sinirlenir gibi olsam, Barış'a küssemde... Ne yalan söyleyeyim... Ben olsam ben de çekerdim sanırım... Yani en azından, birgün tanınan bir yazar olsam... O ekranları ben de merak ederdim... Yapmadan, bulaşmadan duramazdım... Büyüleyici, gözleri kör edici, lânet bir özelliği var çünkü... Barış'ta, kendimin yanısıra tüm idealist, genç dostlarımı gördüm... Barış BAYRAKTAR, Kemal BİÇER, Ali SARUGAN... Ölürken bile bir şeyleri vurdu Barış yüzümüze... En az ölümü kadar soğuk bir gerçeği... Yâ hu! Canlar... Dostlar... Yapmasak mı? Vaz mı geçsek? İnanın ben ölüme ağlayan biri değildim... İnanın üzüntüden ağlamıyorum şu an... İnan senin içinde ağlamıyorum Barış... Sen bize vermen gerekeni verdin, öğretmen gerekeni öğrettin... En fazla birkaç albümden mahrum ettin bizi, güzel gülüşünün haricinde...Hırstan ağlıyorum... Az önce Barış'ın ölüm haberini izlerken tokat gibi yüzüme çarptı... ' Barış AKARSU'dan Islak Islak melodisi için 3330'e islak yazıp gönderin! 'Bilmem anlatabildim mi? Gözlerimin 'islakligi(!)' bu yüzden... Gözyaşlarımı göndersem 3330'a... Utanır mı dersiniz, 'tepede ki kral! | |
| | | kaanka68 sarı
Mesaj Sayısı : 35 Yaş : 55 Kayıt tarihi : 25/06/07
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Perş. Tem. 05, 2007 8:46 am | |
| Yüreğine sağlık. Sevgiler, KAAN | |
| | | LiviA sarı
Mesaj Sayısı : 33 Yaş : 42 Kayıt tarihi : 20/04/07
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Perş. Tem. 05, 2007 1:41 pm | |
| tepedeki krallar olmuşlar hissiz vicdansız yaratıklar .. önlerinde ki yemek kaselerinde hırslarını lokma etmişler.. sen yolla istediğin kadar gözyaşlarını neye nafile.. gitmiş Barışım ..gitmiş güzel gözlü melodilerim.. | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Perş. Tem. 05, 2007 10:10 pm | |
| Beatles, Yesterday’i bestelememiş olsa henüz Bol benzetmeli cümleler ile anlatılır sandığım zamanlar geleceğin günü anlatmayı Edebiyat utanmıştı senden, bana ilk geldiğin gün Gelişin sessiz ve mahçup Yaygara basmadan ve mağrur Ne olur Hep orada dur O esintili Ankara akşamı Ankara otogarı İki yüz küsür numaralı peron Hep aynı heyecan ile bekleyeyim seni Seni hiç kırmadım farz et Hiç ağlamadın ki Yokuz henüz Matematikte birer etkisiz elemanız Anne karnında ki cenin bile değiliz Ellerini hiç tutmadım Dudaklarının tadını bile bilmiyorum Tanrı tarafından indirilmemiş birer vahiyiz Peygamberimiz bile doğmamış henüz Bize de yaşayacak birkaç güzellik kalsa sevgilim Keşke,
keşke Beatles, Yesterday’i bestelememiş olsa henüz
| |
| | | wertsay mor
Mesaj Sayısı : 197 Yaş : 50 Kayıt tarihi : 25/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Cuma Tem. 06, 2007 2:28 am | |
| kutlarım, kalemine, bileğine, beynine sağlık kardeşim. | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Çarş. Tem. 11, 2007 4:34 am | |
| Sana dokunmayan yılan bin mi yaşar sandın Tuğba ÖZAY’ın Antalya’daki çiftliği yandı, kül oldu… TV’de hüngür hüngür ağlıyordu… ”Tüm emeklerim gitti” diye haykırıyordu… Birikiminin büyük bir kısmını o çiftliğe yatırmış… Şimdi sakın ” O parayı nasıl kazandın, oh olsun ” edebiyatı yapacağımı sanmayın… İşin başka bir kısmındayım… Kİm olursa olsun, ne olursa olsun bir insanın (bu insan kolay para kazansa da) emeğine acırız elbet… Bu yönden ÖZAY’a geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz… Benim dikkatimi çeken nokta mikrofon kendine uzatıldığı anda söyledikleri, daha doğrusu haykırdıkları… Sanki o tanıdığımız Tuğba ÖZAY değildi… Ağzından yanlış olan tek bir kelime çıkmadı… O kadar doğru şeyler söyledi ki;
” Ormanlarımızı yakıyorlar.. Yetkililer sadece izlemekle yetiniyor… Hükümet topraklarımızı, arazilerimizi yabancılara satıyor… Orman Bakanı, PEPE’den bunun hesabını kimse sormuyor… Bu aylar da, bu tür olaylar her zaman oluyor… Bu yangınlar hava sıcak diye çıkmaz… Bilinçli olarak çıkartılıyor… Bu Rus mafyasının işi… Medyamız susuyor… Halk uyutuluyor! ” Burda en çok takıldığım nokta, ” Medyamız susuyor… Halk uyutuluyor ” kısmı oldu… E be! Sevgili Tuğba… ” O medya da yıllarca magazin programlarında ” kikir kikir kikirdiyerek bu halkı uyutamalarında rol sahibi olmadın mı?” diye sorarlar adama… Bu güne dek hangi biriniz çıktınız, bu konular hakkında iki kelime ettiniz… Hangi biriniz TEMA açılışlarına katıldınız, özel sermaye şirketlerinin açılışlarından fırsat bulup… Sevgili muhabbeti çevirmekten sıra mı gelmedi? Bu halk, ormanlarının yanmasını konuşamadı yıllarca sizin peşinizde ki kameraların gözüne gözüne soktuğu, dayattığı, birbirinizle olan polemiklerinizi izlemekten… O kameralara, birgün olsun ” daha önemli işleriniz yok mu sizin kardeşim, neden gidip yanan ormanları çekmiyorsunuz?” mu dediniz…? ” Sana dokunmayan yılan bin mi yaşar sandın be Tuğba! ”
İşin aslı hiç de öyle değil… Hayat acı da olsa öğretiyor insana işte… Medyadır beşer, insandır şaşar… Ama, hayat şaşmaz… | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 40 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Cuma Tem. 13, 2007 10:39 pm | |
| Devrim devrim devrildik
Devrimci şarkılarını anlayamadım oldum olası ben… Bunlardan ülke ve bağımsızlık üzerine olanları anlayabiliyorum… Hatta benimsiyorum bir çoğunu… Elbette yaşadığınız ülkenin tam bağımsızlığı kaçınılmaz bir gereksinimdir… Yoksa sömürge bir ülke olmayı kabul etmişsiniz ve berbat bir yaşam sürmeye kendinizi hapis etmişsiniz demektir… Bunlardan en çok bilineni ve benim de çok severek dinlediğim Carlo Giuliani’nin yazdığı ”Çavbella”dır… Tam bir vatansever / devrimci şarkısıdır… Öyle coşturur, öyle gaza getirirki sizi… Bu şarkı eşliğinde ülkenizi istediğiniz savaşa sokun, hiç silah kullanmadan sadece yumruk kullanarak halkınız galip gelebilir… Sözleri şöyledir:
işte bir sabah uyandığımda çav bella çav bella çav bella çav çav çav elleri bağlanmış buldum yurdumun her yanı işgal altında
sen ey partizan beni de götür çav bella çav bella çav bella çav çav çav beni de götür dağlarınıza dayanamam tutsaklığa
… diye muntazam sürer bu şarkı…
Benim anlayamadığım nokta, neden bizim ülkemizdeki devrimci şarkıları kitleleri coşturmak yerine, kişisel olur… Kişilerin yaşam hakkına tecavüz ettiği bile olur bu şarkıların bazen… Bunlardan en çok aklıma takılan ve bilinenlerden biri olan, Efkan ŞEŞEN’in ” dokuz / altı yolları”dır… Yanılmıyorsam şarkının sözleri şöyledir:
“9 6 yollarında bir zincir boğazımda sıkar sıkar söyleyemem ağlayamam ayda yılda bir kaçamak kaçsak bile yaşamamak 9 6 yollarında gülmek yasak…”
E! İyi de, 9 / 6 yollarında gülmek neden yasak? Lâkin benim çevremde 9 / 6 çalışıp, aynı anda işini seven binlerce insan var… O yollarda sabahları ota, böceğe selam vererek işine giden… Gayette sırıtaraktan… Durup dururken, neden şimdi millete o yollarda gülmeyi yasakladın? Sen kimsin? Bu ezik psikolojisi ile nereye kadar devrimi savunabilirsin? Senin görevin devrimci bir sanatçı olarak ezik, hayattan bezmiş, hiçbir şeyden tat alamayan, intihara meyilli bir devrimci kitle mi yaratmak? Neden devrimin ruhunda zaten var olan gücü, öfkeyi, el ele tutuşup büyük bir güç yaratma potansiyelini açığa çıkarmayı denemiyorsun?
Yine aynı insanlar, devrimci toplantılar da, büyük bir entel havası içinde, ” Bizim milletimizde devrim potansiyeli yok! ” diye ahkâm kesmeyi çok severler… ”Peki bu sinmişliği, ezikliği, bezginliği de bu insanlara aşılayan siz değil misiniz?” diye soruyorum… Ey, devrimci yazarlar, çizerler, müzisyenler… Bunu bilerek yapıyorsunuz biliyorum! ”Peki neden?” diyeceksiniz… Söyleyeyim:
Çünkü, bu ülke de ezik çığılıklar daha çok prim yapar… Bu ülke insanına iki ezik ses ver, sana kat kat fazlasını verir, hem maddi hem manevi anlamda… Sizinki bir nevi arabesk modasını sürdürmek… Arabesk modasını devrime uyarlamak, daha çok kitap satmak, albüm satmak… Çünkü sizin başka bir derdiniz yok! Bu ülke de devrim olsa ne, olmasa ne? Umrunuzda bile değil, bahsine girerim… Hep eziğiz, hep ezilen, bize herşey yasak, gülmek bile haram, depresyondayız, batmışız, bitmişiz edebiyatı… Durum böyleyken ezim ezim ezilen, hüngür hüngür zırlayan arabeskçilerden milim kadar farkınızı yok emin olun…
Bunu yapıyorsunuz… Çünkü adınız gibi biliyosunuz ki bu ülke de gerçek bir devrim potansiyeli yaratılsa ve devrim olsa ilk gideceklerin içinde siz de varsınız…
Adınız gibi biliyorsunuz, yangında ilk kurtarılacak listesinde geçmiyor adınızın baş harfi bile…
Bu ülkede devrimci olayım derken, güçsüzlükten, moralsizlikten, kendi gücünün farkına varamamaktan devrim devrim devrilen binlerce insan sizin eseriniz…
Devrimci sanatçılar, yazarlar, müzisyenler olarak yaratabildiğiniz tek ‘ eser(!) ‘bu oldu yıllarca…
Oturun eseriniz ile övünün…
Ve son olarak emin olun ki
Che’lerin, ve binlerce adı duyulmamış Che’lerin Küba’ların, Vietnam’ların Çavbella’nın bestelendiği coğrafyalardan çıkması tesadüf değil…
Bunu çok iyi anlayın…
Bizim bir Deniz GEZMİŞ’imiz var… Yıllardır onunla övünür dururuz… Hatta onu da ezik yaptık, şarkılar da, şiirler de zırıl zırıl zırlayarak…
O’na bile yaşatamadık ağzı tadıyla bir efsane olmayı… Deniz’i de arabeske bağladık, zırıl zırıl ağladık…
Devrim devrim devrildik garip anam, devrim devrim devrildik biz…
Ve bilin ki, bu ülkenin devrimci gençliğinin devrim ruhunu, safkan Amerikan rock ve metal gurupları ile yaşamaya çalışması sizin yüzünüzden… Radiohead, Metallica, Nirvana, Marliyn MANSON, My Dying Bride, Anathema karışımı tişörtler ile, ”ben devrimciyim” diye gezen tuhaf, melez, kapitalizmin kucağına düştüğünün farkında bile olmayan, zavallı, sinmiş bir devrimci nesil yarattınız siz… Sizin şarkılarınızda bulamadıkları öfkeyi, dinamizmi, sert tonlamaları onlar da buluyorlar… Çocuklar ne yapsın? Onlara kızmaya hakkımız var mı sizce? | |
| | | hayal_et Moderator
Mesaj Sayısı : 158 Yaş : 50 Kayıt tarihi : 11/01/07
| Konu: Geri: Paranteziçi Hayatlar Denemeleri Salı Ekim 02, 2007 11:21 am | |
| 12 den vurdular tam 12 de... sızlar her eylülde sol yarım... bırak şimdi kanasın kanasın | |
| | | | Paranteziçi Hayatlar Denemeleri | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |