Joseph Beuys (1921-1986)
Enstalasyon, happening, performans sanatı gibi çağdaş sanat örneklerinin ilk önemli isimlerinden olan Alman sanatçı Joseph Beuys, 1921'de Krefeld'de doğdu. Doğaya ve hayvanlara ilgisi çocukluğunda başladı. Babasının hayvan yemi satıcısı olması ve kırsal bölgede doğa içinde büyümesinden II. Dünya Savaşı sırasında Alman Hava Kuvvetleri'ne bağlı uçağı Kırım üzerine düştüğünde köylüler tarafından yaralı bulunup yağ ve keçeyle iyileştirilmesine kadar pek çok "rastlantı", onun doğanın iyileştirici gücüne, büyüsüne yapıtlarında bolca yer vermesine yol açtı. Savaşın bitimini izleyen yıllarda öğrenim gördüğü Düsseldorf Devlet Sanat Akademisi'nde profesör oldu. "Genişletilmiş Sanat Kavramı" ve "Toplumsal Plastik" adını verdiği sanatsal yaklaşımıyla ürettiği yapıtları ve söylemi onu 20. yüzyılın ikinci yarısında sanat dünyasının, özellikle Avrupa'nın Amerika karşısında en etkin isimlerinden biri haline getirdi. Sanat, müzik ve edebiyatı biraraya getiren Fluxus akımının en önemli ve ünlü üyesi oldu.
1986'da Düsseldorf'ta yaşama gözlerini yuman Beuys, çağdaş sanatta büyük izler bırakmakla kalmadı, çevreci kimliğiyle ve siyasi çizgisiyle de öne çıktı. "Herkes sanatçıdır" düşüncesini sanatın toplumu iyileştireceği inancıyla birleştiren Beuys, "7000 Meşe" gibi sanatsal projelerini Yeşiller Partisi'nin kurucularından olmak gibi siyasi çalışmalarıyla tamamladı. İlk akla gelen yapıtları "Kır Kurdu: Ben Amerika'yı severim ve Amerika da beni sever", "Avrasya", " Ana Akım' ve İçyağı Alanı", "Ölü Bir Tavşana Resimler Nasıl Açıklanır" gibi eylemleri olsa da, Beuys'un temalarının tümü yaşamı boyunca yapmayı sürdürdüğü çizimlerinde yansımaktadır.
Ölü tavşana fısıldadıkları
Piyanoyu deterjanla doldurup çalmak, yağ parçalarını ısırmak, patates ekmek, koltukaltının alçıdan modelini almak, yüzü bala bulanmış bir şekilde kucağındaki ölü tavşana galerideki tabloları anlatmak gibi performanslar ve yerleştirmeler Beuys'un tartışmalı sayısız işinden bazıları... Bu şapkalı tuhaf adam , yıllarca kimilerine göre bir 'sihirbaz' ve 'idol', kimilerine göre ise 'deli' veya 'şarlatan' olarak kaldı.
"Dünyanın durumu insanlığın suçudur ve bütün bunlara ben de dahilim. Fakat bilinçteki tembelliğin üstesinden gelmeye çalışıyorum." diyen Beuys, insanlığın ortak acılarını ortaya dökerken bir yandan da sanatın sınırlarını genişletti. Bakışını mağara resimlerine doğru çevirdi. Ona göre her insan desen yapabilir ve çizgilerle hareket edip düşüncesini ifade edebilirdi.
Kır kurduyla beş gün
1974'te en bilinen performansı "Amerika'yı seviyorum ve Amerika beni seviyor"da keçelerle sarılmış bir şekilde ambulansla evinden alınarak sedyeyle bir uçağa yerleşti ve Amerika'ya uçtu. Ülkeye varınca yine ambulansla bir galeriye götürülerek burada çölde yakalanmış bir kır kurdu ile beş gün birlikte yaşadı ve tekrar sedyede evine döndü. Sanatçı burada bir enerji transferini göstermek istiyordu. Kendi insanlığını doğayla dönüştürürken, bir kır kurdunun da vahşilikten çıkıp insanla daha barışık bir hayvan olmaya evrilebileceğini göstermişti.