|
| Batmanlı Halil - (Hikâye) | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 41 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Batmanlı Halil - (Hikâye) Cuma Ekim 19, 2007 9:21 pm | |
| Dilimin ucunda asılı kaldın, orda durma, içeri geç… Senden bahsetmek, ki artık nefesim… Kendini yazar, oynarların küfür ettiği bölümsün… Kır şeytanın bacağını, sürüm sürüm sürünsün…
I. Esmer teni ve sık saçlarıyla tam bir doğuluydu, Batmanlı Halil… Tarla sürdü, lastikten başka hammadde korumadı ayağını. Her şartta mutlu olmayı becerebilenlerdendi. Uçsuz bucaksız gibi görünen şehirlere hapis olmuştu mutsuzluk. Adı gibi bilirdi… Mutluluk her zaman buralarda!, derdi çevresine sıkça. Gerçekten de mutluluk her zaman oralarda bir yerlerdeydi. Giden insanlardı sadece. Mutsuzluğa giden insanlar, umutsuzluğa ve bilinmeyene. Mutluluğa gidilmez, mutluluk insana gelirdi. Kaç canını, kaç kan kardeşini o, bilinmeyen ellere yolladı sayısını bile bilemezdi. Yaşadığı topraklar, geleneklerine bağlıydı… Ne kadar uzağa kaçarsan kaç, seni bulurdu. O yüzdendir belki, gitmedi. Zaten gitse bile ailesiyle bağını koparamazdı. Ailesine olan düşkünlüğü dillere destandı. Belki de geleceğini çok önceden gördü, Halil. Bir yere kadar dayatsa, bir yerde mutlaka boyun eğecekti söylenenlere. Sevgi bir yerde insanın yularıydı. Şikâyet etmediği, memnun olduğu, âşk yuları. Aileme olan sevgim, benim tasmam!, derdi… Nereye gitsem, nereye kaçsam annemin hamur kokan elleri beni çeker alır… Aşk ile doğmuştu yaşadığı memlekete, kim bilir, kaç yıl önce… Derme çatma doğu evlerinde, bahçe de, tarla da, her şartta elinden kitaplarını düşürmezdi. Okumayı, kendini yenilemeyi, öğrenmeyi çok severdi. Bölge halkı, ne çektiyse hep cahillikten çekmişti. Bunu bilir, kendinden küçüklere her fırsatta bilgilerini aktarırdı. Bu yüzdendir, kendinden küçükler çok severdi onu… Hepsine okuduğu kitapları hediye ederdi. ”Hani evinizde siyah renkli ve toza karşı en hassas eşyalar vardır. En çok onlar toz kapar ve tozu belli eder… İşte, hepinizin kafası o, hassas ev eşyası gibidir… Siz, temiz şeylerle doldurmazsanız mutlaka toz ile dolduracak bir ev halkı bulunur!” derdi. | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 41 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Batmanlı Halil - (Hikâye) Cuma Ekim 19, 2007 9:22 pm | |
| II. Böyle bir coğrafyada, iyi kötü, düşe kalka liseyi bitirdi… Liseden sonrasını okumak istemedi… Gitmek istemiyordu bu memleketten… Aşk ile doğdum, aşk ile ölmek isterim, derdi… Yaşı ilerliyor, mutluluğa gitmek yerine mutluluğun ona geleceği günü hâlâ, büyük bir inatla bekliyordu… Liseden mezun olduktan sonra askere gitmek istedi… Bir an önce tüm engellerin bitmesini ve işe girip çalışmayı istiyordu… Liseden mezun olduktan sonra, bir yıl kadar ailesine tarlada yardım etti… Bu zamanı böyle değerlendirdi ve askerlik için şubeye başvurdu… Askerliği Manisa-Kırkağaç’a çıktı… Ailesi ile vedalaştı ve birliğine doğru yola çıktı… Otobüste giderken gördüğü manzara akıl mantık alacak türden değildi… Her kilometre de evler daha yükseliyor, çıplak ayaklı çocukların yerini iyi giyimli çocuklar alıyordu… Arkadaşlarının neden çıkıp buralara gittiğini anlamaya başladı… ”Ama yine de memleketim gibisi yok”, diye geçirdi içinden… ” Benim memleketime annemin kokusu sinmiş, Batman’ın göğsü, annem gibi kokuyor…” Bu duygular içinde birliğinden içeriye girdi… Asker elbiseleri, tüm malzemeleri verildi… İlk gecesinde uyuyamadı… Annesini düşündü… Babasını ve Batman’ın anne sütü kokan göğsünü… Tam ortasını yani… Şehrin meydanında, o göğüsten süt içen binlerce memleketlisini… ”Olsun be!”, dedi içinden… ”Buz gibi soğuk demir kokan ranzalarda da yüzlerce memleketlimle birlikteyim… Her biri kendi anne göğsünden kopup gelmiş, her birinin kendi Batman’ı var…” Gerçekten de Türkiye’nin dört bir yanından arkadaşı oldu… Karadeniz, Ege, Marmara, Anadolu, Doğu, Güney… Mevlâna’nın o sözü aklına gelirdi bunları düşündüğü zaman… ” Dünya da nice diller var ama mana bakımından hepsi bir, kapları döktün mü su bir olur gider.” Asker ocağı, gerçekten de o kap kırıldığı için akan suların buluşma noktası gibiydi… Çok ağır bir eğitime tâbi tutuluyorlardı… Manisa - Kırkağaç, bağrından çıkardığı tam eğitimli komandolar ile bilinirdi… Buradan çıkanlar genellikle Doğu ilçelerine ve sınıra gönderilirdi… Sıcak çatışmalarda burdan çıkan komandolar çok başarılıydı… Üç aylık acemiliği bitmiş, usta birliği Siirt’e çıkmıştı… İzin için ailesinin yanına geldi… İzni boyunca da ailesine tarla işlerinde yardım etti… Zaten boş durmayı hiçbir zaman sevmedi… On gün su gibi geçti… Ailesi ile vedalaşıp hiç te yabancı olmadığı topraklara, Siirt’e, usta birliğine doğru yola koyuldu… Bu sefer ki yolculuğu ilkine benzemiyor, çıplak ayaklı çocukların yerini iyi giyimli çocuklar almıyordu… ” Mutluluk, birgün size gelecek çocuklar… Gitmeyin! Sakın ola gitmeyin bu topraklardan… Gidenler ayaklarında güzel ayakkabılarla döndü, ama döndüklerinde ruhları yoktu!”, diye geçirdi içinden sessizce… Yine farklı duygular eşliğinde usta birliğine teslim oldu… Karakola verildi, Halil… Burda da, Mevlâna’nın testisinden akıp gelmiş yüzlerce arkadaşı oldu… Bu karakola sıkça baskın olur, askerler rahat bir nefes alamazdı… Bir gece uykusundan gür sesli bir anons ile sıçradı, ” Silah başına! Baskın var! ” Bundan gerisi belliydi… Onlarca çatışmaya, operasyona çıktı… Burda da başarısı ile komutanlarının oldukça ilgisini çekmişti… Bir gün bölük komutanı Halil’i odasına çağırdı… Ve konuşmaya başladılar: - Hoş geldin, Halil… Batmanlı Halil… Buyur, otur… - Teşekkürler komutanım… - Komutanlarının gözüne girmişsin, Halil… Senden bahsettiler, operasyonlarda çok başarılıymışsın… Acemiliğini nerede yaptın? - Manisa - Kırkağaç, komutanım! - Belli… Zaten belli… Halil sana bir iyilik yapmak istiyorum… Seni çok sevdim… Sana izin veriyorum… Bundan böyle sen istediğin an, istediğin saatte ailenle konuşabilirsin… Sana sınırsız telefonla konuşma hakkı tanıyorum… Bundan daha büyük bir ödül olamazdı, Halil için… O kadar sevindi ki, koşar adım odadan çıktı komutanına teşekkür ederek… Ogün aramadı ailesini… Ertesi sabah uyandığında ter içindeydi… Hemen telefona sarıldı ve evini aradı… - Alo! Anne! İyisiniz değil mi? - Canım oğlum… Biz iyiyiz de, sesin çok telaşlı sen iyi misin? - Rüyamda göğsünü gördüm anne! Batman’ı gördüm düşümde! - Anlat hele, oğul… Hayırlara çıksın… - Batman’daki tüm çocuklar toz içindeydi, anne! Simsiyahtı yüzleri… Ama sadece yüzleri, anne! Baş, yani kafa kısımları! - Hayırlara çıksın oğlum… Düş işte… Bu kadar kafana takma… Telefonu kapattı… Aklı rüyaya takılmıştı… Ne kadar çabalasa da aklından atamıyordu o, siyah yüzlü çocukları… Kendi kendine mırıldanıyordu kışla bahçesinde… Deli gibi sigarasını içine çekerek: ” İyi, ama neden sadece baş kısımları? İyi, ama neden Batmanlı çocuklar?…” O arada bir ses ile irkildi:
- Halil! Gelmen lazım… Dün gece ki çatışmada ölü ele geçirilen teröristlerin cesetleri geldi… Koşar adımlarla gittiler cesetlerin başına… Kimlikleri belli edilmişti ölenlerin… Iraklı, İranlı, Ermenistanlı… Doğuludan çok başka ülke ve ırklara aitti cesetler… Ülke üzerinde oynanan kirli oyunun farkına varmıştı… Tam o esnada ”İçlerinde biri var, Halil!”, dedi arkadaşı… ”Sen vurmuşsun, Batmanlı…” Halil, ceseti görmek istedi… Beyaz örtüyü kaldırdı ve on beş - on altı yaşlarında gencecik bir çocuk ceseti ile karşılaştı… Üstelik Batmanlı!… Yüzü simsiyah olmuştu… Ortalığı pis bir koku kapladı… Dağlarda yaşadığından olsa gerek, teröristler temizliğe pek imkân bulamazdı… Ortalığı bu koku ile birlikte ağır bir kurşun, barut kokusu kapladı… Ölüler daha taze olduğu için ve ağır silahlarla öldürüldükleri için bu koku genellikle hep olurdu… Çocuğun yüzü simsiyah, üstelik Batmanlı… Düşünü hatırladı, Halil… Mahallesinde ki çocuklara verdiği öğütler geldi birden: ”Hani evinizde siyah renkli ve toza karşı en hassas eşyalar vardır. En çok onlar toz kapar ve tozu belli eder… İşte, hepinizin kafası o, hassas ev eşyası gibidir… Siz, temiz şeylerle doldurmazsanız mutlaka toz ile dolduracak bir ev halkı bulunur!” O gün, işleri bitmiş, annesini aramaya karar vermişti… Yaşadıklarını anlattı annesine… Güneşin altında saatlerce çalışmıştı ve çok yorgundu… - Alo! Anne, düşümün anlamını buldum… - Neymiş oğlum? - Geldiğimde anlatırım, boş ver… Çok yorgunum, saatlerce güneşin altında çalıştım bugün… - Güneş yakmasın seni, dikkat etseydin oğlum… - Burda güneş en çok sen gibi doğuyor, anne! Burda güneş en çok alnımı yakıyor… Burda güneş en çok kalbimi yakıyor!… Askerliği boyunca bu ağır travmadan kurtulamadı… Gecelerce, düşlerinde o çocuğun siyah yüzünü gördü ve sıçrayarak uyandı… Neyse ki; sayılı gün çabuk geçti, terhis günü geldi çattı… Arkadaşları ve komutanları ile vedalaştı ve ” Annemin göğsü!” dediği memleketine geri döndü… | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 41 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Batmanlı Halil - (Hikâye) Cuma Ekim 19, 2007 9:23 pm | |
| III. Uzun süre bu, ağır askerliğin travmasından sıyrılamadı… Gecelerce sıçrayarak uyandı… En ufak bir gürültüde çatışma çıktı sanıp, kendini yerden yere attı… İşe girip çalışma vakti gelmişti… Hâlâ mutluluğu memleketinde arıyor, inatla bu toprakları terk etmiyordu… Bir petrol şirketinde işe girdi… Yetecek kadar kazanıyor, hafta sonları ise izinli olduğu için yine ailesine tarla işlerinde yardımcı oluyordu… Bu arada askerlikten hatıra kalan travma yüzünden hastanede psikolojik tedavi görüyordu… Bir gün, iş çıkışı yine hastane yoluna koyuldu… Kapıdan girdiğinde bembeyaz elbisesi, başında tacı, simsiyah saçları ve beyaz yüzü ile onu gördü… Yeni gelmiş olmalıydı… Daha önce hiç karşılaşmamışlardı… Haftalık seansını bitirip evine döndüğünde hâlâ onu düşünüyordu… Mutluluk gibi, acı gibi bir şey içini kemiriyordu sanki ama tarifini yapamıyordu… Bir gece dayanamadı ve arkadaşını aradı… Çocukluk arkadaşı, Devran’dı bu… - Alo… Devrancan, görüşebilir miyiz? Dertleşmeye ihtiyacım var, sanırım… - Tabii ki, kardeşim… Orta halli bir çay bahçesine, buluşma yerine gitti ve arkadaşını beklemeye koyuldu… ”Bu şehirde her şey orta halli” diye geçirdi içinden… ”Ben de orta halliyim… Adamlığım bile orta halli ulan!”… Peki, ya bu duygu?… İçinde kopan anlamsız, tarif edilemez his yumağı… Bu yumağı ne zaman çözmeye kalksa ucu o, beyaz yüze, siyah saçlara çıkıyordu… İşte, ondan sonrası bir türlü gelmiyordu… Bu duyguyu kitaplardan okumuştu… Çok sevdiği kitaplar… En az o, siyah saçlar kadar sevdiği kitaplar… İşte yine onlar… Yine… Siyah saçlar… - Selam, kardeşim… Neyin var? Anlat… - Çok kötüyüm, Devran… Hani, hani ben hastaneye gidiyorum ya!… Gördüm… Siyah saçlar gördüm… - Halil, sakin ol! - Siyahtılar… Hiç bu kadar güzel bir siyah görmemiştim… Siyahın güzeli olur mu, Devran? - Anladım… Sen âşık oldun… Kim bu? Anlat… - Hastanede gördüm, Devrancan… Hemşire sanırım… Yeni gelmiş olmalı… Daha önce hiç görmedim… - Tamam… Ben senin için araştıracağım… Orda tanıdıklarım var… Yarına benden haber bekle… Eve doğru yürümeye başladı, Halil… Her adımı on yıl gibiydi… ”Kimdi, o? Nereli acaba?” gibi sorular beynini kemirdi yol boyunca… ”Ya evliyse?” sorusu vardı ki ölüm gibi… İntihar gibi bir şeydi… ”Ya… Ya beni sevmezse? Beğenmezse…” Eve gittiğinde yatağına uzandı… Tüm gün boyunca boğazından bir lokma geçmedi… Çay ve sigara ikilisi yarenlik etti, zifir gecesine… Sabahın ilk ışıkları sigarayla dolmuş kül tablasına vurdu… Dışardan o an geçen birisi odasında yangın var sanabilir, telaşa kapılabilirdi… O gün, gün boyunca evden çıkmadı… Odasından bile çıkmak istemedi… Gözleri kan çanağına dönmüş, telefonunun çalacağı anı bekliyordu; ki birden telefonu çaldı… Arayan Devran’dı: - Devran, ne oldu? Tüm gece uyuyamadım… İki paket sigara bitirdim… Berbattı… - Tamam, sakin ol… Öğrendim… Anlatıyorum… İsmi Tülay… Çanakkale’den gelmiş bu hafta… Tayini çıkmış… Hemşireymiş… Evli de değil… Bekâr ama… - Ama… Ne Devran? Ama ne? - Ama sevgilisi, sevdiği filan var mı, bilemem… Senin için telefonunu aldım… Gerisi sana kaldı, sanırım… | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 41 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Batmanlı Halil - (Hikâye) Cuma Ekim 19, 2007 9:24 pm | |
| IV. Dünyanın en güzel siyahı, en güzel saç telleri bir telefon numarasının ucundaydı artık… Uzun süre aramaya cesaret edemedi… Gecelerce uyku tutmadı nemli gözlerini… Hiç ummadığım bir anda, hazırlıksız, bir anlık cesaret ile gerçekleşmeli, diye düşündü… Öyle de oldu… Bir an, yalnızca cesaretini topladığı bir anda sarıldı telefona… - İyi günler… - İyi günler beyefendi, kimsiniz? - Ben… Ben… - Evet, beyefendi kimsiniz? Kimi aradınız? - Ben Halil… Aslında nerden başayacağımı bilemiyorum… Saçlarınız… - Evet, saçlarım… - Ben sizi geçen hafta hastanede gördüm… Tanışmaya cesaret edemedim… Belki evlisinizdir, ya da sevdiğiniz vardır, diye düşündüm… - Hayır, evli değilim ve bir sevgilimde yok beyefendi, ama telefonumu nasıl buldunuz? - Hastanede tanıdığı olan bir arkadaşım… O yardım etti… - Anladım… Evet, tam olarak niyetinizi anlayamadım yalnız… - Tanışmak… Sadece tanışmak… Memlekete bugüne kadar gelen ve gelebilecek olan tüm siyahlardan daha güzel saçlarınız… Bu samimi, ince sesli, kibar ve düşünceli gencin sesinden hoşlanmıştı, Tülay… Kötü niyetli biri olmadığını anladı… Hoşlanmıştı belli ki kendinden… Ama belki evlidir ya da sevdiği vardır, diye düşünmesi ve pervasızca yaklaşmaması hoşuna gitmişti… Bugüne kadar karşısına çıkan yılışık, düşüncesiz erkeklerle arasında bir fark vardı… Tanışma isteğini kabul etti… Ertesi gün şehrin merkezindeki çay bahçesinde buluşmaya ve tanışmaya karar verdiler… Tülay için normal bir buluşma olacaksa da, Halil için öyle değildi… ”Ya beni beğenmezse!” korkusu içine bir bıçak gibi saplanmıştı… Geceden traşını oldu, en güzel elbiselerini özenle hazırladı… Uyumak ölüm gibi gelse de, kendini zorlayarak uyudu… Uykusunu alamazsa çirkin bir yüze sahip olacağını düşündü… Gün ağarmaya henüz başlamıştı… Giyindi, kuşandı, süslendi… Birkaç saat öncesinden buluşma yerine gitti… Böylelikle hem söyleyeceklerimin provasını yapabilirim, hem de ortamda bulunarak heyecanımı yenebilirim, diye düşündü… Birkaç saati neredeyse bir paket sigara içerek tüketti… Ve uzaktan gelen Tülay’ı gördü… Hemen sigarasını söndürdü, saçlarını son bir defa elleri ile geriye attı ve Tülay’ın sandalyesini centilmen bir gence yaraşır incelilkte çekti… Tülay sandalyesine oturdu, o da kendi sandalyesine… - Hoş geldiniz… - Teşekkürler… Çok kibarsınız… Garson! Bize iki çay!… Halil, yaklaşık on dakika Tülay’a baktı, hiç konuşmadan… Tülay ise çayını yudumluyor, ilk olarak Halil’in lafa girmesini bekliyordu… Öyle de oldu: - Biliyorum… Her şeyi bilmek istiyorsun… Anlatacağım… ” Bu memlekette büyüdüm, ben… Çok sevdim havasını belki… Tüm arkadaşlarım gittiler, bir ben kaldım… Acısıyla tatlısıyla sevdim buraları… Bir ailem var… Batman gibi kokan bir annem… Tarla sürmekten ellerine toprak kokusu sinmiş bir de babam… Bir de kız kardeşim var… Maraş’ta yaşıyor… Evli, üç kız sahibi… Eşi ve kendisi Postane de memurdur… En çok, en küçük yeğenimi severim… Adı Zilan… Minicik elleri var… Hep yazmasını istedim o ellerin… Öyle de olacak sanırım… Şu an okuyor hâlâ… Bayağı da çalışkan, hayta! Gitmedim bu memleketten… Sırf bunlar için değil tabii ki… Mutluluğa giden yol da acı çekmem gerekli, diye düşündüm hep… O zaman mutluluk, bir gün mutlaka gelir, diye düşündüm… Hiç âşık olmadım meselâ… Aşk bana gelecekti birgün, bekledim… Liseye kadar okudum… Sonrasını kendim istemedim… Ağır travmalarla dolu bir askerlik yaptım… Askerlik dönüşü hem tedavi görüyorum, hem de bir petrol şirketinde çalışıyorum… Geçen hafta rutin seanslarımdan birisi için gelmiştim hastaneye… Seni gördüm… En çok saçlarını gördüm… Yalnız onları gördüm aslına bakarsan… Sırf onlardan ibaret gibisin… Sen, saçlarınsın sanırım… Evet, öylesin… Yıllardır uğruna bu memleketten gitmediğim, gelmesini beklediğim mutluluk saç tellerin arasında saklı olmalı…” Hafif bir gülümseme belirdi Tülay’ın yüzünde… Hafif şaşkın, heyecanlı, etkili konuşabilen ve belli ki kendinden hoşlanan bu saf genci sevmişti… Kendine kötülük edebilecek son insana benziyordu… Bir müddet telefonda görüştüler… Halil, hastaneye gittikçe de bu ilişkiyi pekiştirdiler… Hastane çıkışları ve sonra sürekli bir hâl aldı görüşmeleri… Sevgili olmuşlardı artık… | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 41 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Batmanlı Halil - (Hikâye) Cuma Ekim 19, 2007 9:25 pm | |
| V. İlişkileri üç yıl kadar sürdü… Film gibi bir aşktı yaşadıkları… İkisi de öyle mutlu oldular ki; evlenmeye karar verdiler… Ta ki o kara güne kadar… İşin içine aileler girdiği zaman Halil’in yüzüne bir tokat gibi indi yaşadığı memleketin katı kuralları, töreleri ve gelenekleri… Halil, Tülay’ı sadece kardeşi ile konuşabilmişti o güne dek… Her derdini ona açabiliyordu… Ailesi, ki hele babası çok katı kişilikli bir adamdı gelenekleri gereği… Aile de baba ne derse o olur, bir kişi dahi karşı çıkma hakkını kendisinde bulamazdı… Aile içerisinde çocukların hayatlarının her evresinde babanın baskın rolünün yeri asla değişmezdi… Halil, nereden bilebilirdi ki; bugüne kadar sırf babasına olan sevgisinden boyun eğdiği bu akıl almaz geleneğin onu ölümden beter bir hale sokacağını… Telaşla kardeşini aradı ve anlatmaya başladı: - Kardeşim… Biliyorsun Tülay ile olan ilişkimizi… Babamlara açtım bu konuyu… - Eeee… Ne oldu? - Babam başkası ile evlendirecek beni… Kiminle evleneceğimi seçmiş bile… - Kimmiş? - Köyden bir kızmış… Arkadaşının kızıymış… Karşı çıkamıyorum… Ne desem ters cevap alıyorum… Annem de karşı çıkamıyor… Töreler, gelenekler, bilirsin… - Bilmez miyim? Bilirim tabii… Eee, ne yapmayı düşünüyorsun… - Babama karşı gelemem… Ben buraya ve aileme bağlıyım bilirsin… İkna etmeye çalışacağım… Ne yaptı, ne ettiyse başaramadı Halil… Babası, Nuh dedi, Peygamber demedi… Tülay ile olan ilişkisi tam bir çıkmaza girmişti… Halil, doğduğu topraklar, ailesi ve Tülay arasında acımasız bir seçim yapma mecburiyetine itilmişti… Tülay’a olan sevgisi her şeye ağır bassada, mıhlanmıştı bu topraklara adeta… Ya ailesini, memleketini, çok sevdiği annesini, kardeşini bırakıp Tülay ile birlikte gidecekti buralardan… Ya da babasına, geleneklerine boyun eğecekti… Kendisi de adı gibi biliyordu bu kuralları… Baba sözüne karşı gelmenin bedeli ömür boyu kaçamak bir yaşamdı… Ölümden kaçarak yaşamak… ”Nereye kadar?” diye düşündü… Tülay ile konuşmaya karar verdi bu konuyu… Her zaman buluştukları yerde buluşmaya karar verdiler… Buluştular ve Halil olanları anlattı… - Seni çok seviyorum, ama geleneklerimiz var… Tülay ağlamaklı gözlerle, hiç konuşmadan Halil’i dinliyordu… Halil ise devam etti: - Suskunsun… Susmak, siyah saçlarının ardında ki suskun yüzün… Belki saçmalayacağım daha fazla devam edersem… Beni anlamanı beklemiyorum… Ama geleneklerimize karşı gelemem… Hep söylediğim bir şey vardır… Ben bu topraklara mıhlanmışım… Seni alsam ve gitsem buralardan, mutlaka bizi bulur, yakamıza yapışır bu kahpe kurallar… Seni mutsuz edeceğim, yaşamını cehenneme çevireceğim bir birlikteliktense sensiz yaşayarak yalnız ben acı çekerim… Sen yine mutlu olabilirsin… Olmalısın da zaten… Seni en az benim kadar seven biri çıkacaktır karşına… En azından olağan, durgun bir yaşamın olacak… Hırpalanmadığın, bir şeylerden kaçmak zorunda olmadığın, saklanmak zorunda olmadığın bir yaşam… Beni anlayacağını tahmin ediyorum… Tülay, hiçbir şey söylemeden kalktı masadan… O da anlamıştı bu kuralların ne acımasız olduğunu… Bir ömür, bir şeylerden kaçarak yaşamak, belki ucunda ölüm olan bir bilinmeyen… Yalnız kendisi değil, aynı zamanda Halil’i tehdit edecek bir bela belki… Her zaman televizyon dizilerinde, sinema filmlerinde, öykü ve romanlarda karşılaştığı olayların bir gün kendisini de bulacağını bilemezdi… Biraz da bunun şaşkınlığı içinde, hem kendisinin hem de Halil’in mutsuz olacağı, kaçamak ve ürkek bir yaşam sürmektense ona da ayrılık fikri mantıklı gelmişti… Son kez sarıldı Halil’e ve fısıldar bir ses tonu ile kulağına konuşmaya başladı: - ” Seni öyle sevdim ki… Belki de yıllardır bu şehre gelmesini beklediğin mutluluk bendim… Ama sana bir şeyi hiçbir zaman söyleyemedim… Mutluluğun bir sonu, bir ömrü vardı… Ben mutluluksam eğer… Şu saniye, senin memleketinde can verdim… ” Tülay ağlayarak, sessiz ve mağrur, koşar adımlarla ayrıldı oradan… Halil arkasında, öylece ve hareketsiz bakakalmıştı… ”Gitme” dese, ” Dur” dese bir anlık tatmin olacaktı… Bunu düşünüyor, yumruklarını sıkarak kendini engellemeye çalışıyordu… İçten içe aynı şeyi tekrarlayıp duruyordu kıpkırımızı kesmiş yüzü, oluk oluk yaş akan gözleri ile… ” Gitme ” desem… ” Peki, ya sonrası… Peki, ya sonrası… Peki, ya sonrası… Peki, ya sonrası… Peki, ya sonrası…” | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 41 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Batmanlı Halil - (Hikâye) Cuma Ekim 19, 2007 9:25 pm | |
| VI. Topu topu bir ayrılıktı işte… Gelmişti başa… Geceler boyu süren ağlama nöbetleri, çaresizlik hissi… Nasır tuttu yaraları, ama içlerinde hep kanadı durdu… Halil, babasının istediği kızla evlendi… Tülay, Çanakkale’ye geri döndü ve oraya yerleşti… Çanakkaleli bir Binbaşı ile evlendi… Halil okumayı, seyahati, gezmeyi, kendini yenilemeyi seven biri olarak karısı ile çok şey paylaşamadı… Ama karısına da iyi davranmayı ihmal etmedi… Onun suçu yoktu ne de olsa… Masumun, sessizin, o yöre kültürü ile yetişmiş garibin biriydi… Vur sırtına, al ekmeğini türünden… O da katı kurallara boyun eğmiş, Halil gibi çaresiz kalmıştı belli ki… Tülay’ın evlendiği Binbaşı ise ona iyi davranıyordu… Vasat bir evlilik yaşamları vardı… Ama içlerinde bir yerlerde birbirlerine ait bir şeyler içlerini kemirip duruyordu… Halil’in iki erkek çocuğu olmuş, Tülay’ın ise çocuğu olmuyor ve bir kız çocuğunu evlatlık edinmişti… Günler günleri kovaladı… Halil çalışıyor, bir baba olarak evine, çocuğuna bakıyor, ama karısına da güzel aşk sözcükleri söyleyemiyordu… Aklı hep Tülay’daydı… Geceleri hâlâ telefonda konuşuyorlardı… Halil, Tülay’a sık sık ”Bir şeye ihtiyacın var mı? - Nasılsın? ” gibi arkadaşca telefonlar ediyor… Tülay’da aynı şekilde karşılık veriyordu… Tülay bu olayı kocasına anlatmış, Binbaşı olan kocası Tülay’ı anlayışla karşılamış, Halil’e saygı duymuş ve telefonlaşmalarına karışmıyordu… Hatta Halil ile ara sıra telefonda konuşur, halini hatırını sorar, kısa da olsa muhabbet ederdi… Halil’in eşi geçmişinden habersizdi… Fakat, Halil geçmişini oğullarına anlatmıştı… Yani Halil’in cephesinde eşi, Tülay ile olan geçmişini ve münasebetini bilmiyor, ama erkek evlatları biliyordu… Oğulları, babalarının ailesi ve töreler tarafından bu çıkmaza hapis edilmesini üzgün, çaresizce, fakat anlayışla izliyordu… Yıllar yılları böyle kovalarken, Halil bir gün Maraş’ta yaşayan kız kardeşi ile görüşmeye gitti… - Nasılsın abi? - Nasıl olayım? Biliyorsun… - Hâlâ görüşüyorsunuz değil mi? - Evet… - Daha çok acı vermiyor mu, abi? - Daha nasıl acı verebilir ki? Şu an benimle evli olsaydı sıcacık evinde bir yudum çorbasını içemiyor olacaktı belki… Babam, ahali ardıma düşecekti… Sürekli kaçamak bir yaşamı olacaktı… Birlikte olmak ile birlikte olamamak aynı acıya çıkar mı? Çıkabiliyormuş demek ki… Boş ver… Öyle bir kapı ki; önüde bir ardı da… Kapıyı açsan da göz yaşı içinde boğulacaksın, açmasan da… O sırada Zilal okuldan eve döndü… Dayısını görünce sevinçten delirmişe döndü… Boynuna atıldı… - Dayıcığım! - Ne kadar büyümüşsün sen… Kaça geçtin? - Lise son… Bu sene bitiyor… Üniversite sınavına hazırlanıyorum… - Hazırlan, Zilal’im… Hadi sen içeriye git… Ben annenle konuşacağım biraz… Zilal odasına gitmiş, Halil kız kardeşini karşısında almıştı… ” Bu kızı okutun… Yoksa gözüm arkada gidecek… Yüzüne bakmaya kıyamıyorum… Öyle güzel ve büyük gözleri var ki; asker postalı ile eşkıya poşisi arasına sıkışıp kalmamalı… Hele ki bu baskı ve katı kurallar onun ipek saçlarına dahi değmemeli… Gözlerine baktığımda yıllar önce gördüğüm bir güzel siyahı hatırladım… Ki, o siyah bana yâr olmadı… Varsın, gitsin bu memleketten bu siyah, sevdiğine uzak diyârlarda yâr olsun… ” | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 41 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Batmanlı Halil - (Hikâye) Cuma Ekim 19, 2007 9:26 pm | |
| VII. Halil Maraş’tan Batman’a döndükten kısa süre sonra hastalandı… Çok sigara içiyordu… Ciğerleri daha fazla dayanamamış ve bir dizi hastalıklar baş göstermişti… Sonunda kalp krizi geçirdi… Doktoru sigarayı bırakmasını kesinlikle tavsiye etse de, Halil her geçen gün dozunu arttırarak içmeye devam etti… Bu arada Tülay ile telefonda görüşmeye devam ediyor, hatrını soruyor, her kelime de kahroluyor, ömründen yıllar gidiyordu… Bu nasıl bir denklem, bir acıydı? İçindeki aşkı dillendirmek isteyen fakat evli oldukları insanlara saygılarından dolayı dillendirmeyen, dillendiremeyen iki garip sevgili… Annesi, babası, oğulları ve kız kardeşi her şeyden haberdar oldukları için, Halil’in kendini bilerek ve isteyerek intihara sürüklediğinin farkındaydı… Ne dedilerse, ne yaptılarsa Halil’i durduramadılar… İki yıl boyunca yine intihar edercesine sigara içmeye devam etti… Halil’in bu intihar etmek istercesine inadına bir tek eşi anlam veremiyordu… Her şeyden habersiz, tek gârip oydu… Halil için ikinci kriz kaçınılmaz olmuştu… Bu sefer hastaneye yatmış, ağır tedavi görmeye başlamıştı… Yine de ailesi, kardeşi ve oğullarından Tülay’a hastalığından bahsetmemelerini, onun üzülmesini istemediğini sıkça tembihliyordu… Doktorlar Halil’in inadına bir anlam veremedi… Ve göz göre göre, bile bile, isteye isteye dağ gibi Halil’in intiharına seyirci kaldılar…
Halil bir gece yarısı son nefesini verdi… Kız kardeşi, ailesi, eşi, oğulları yıkılmıştı… Annesinin feryâdı hastane koridorlarını inletti… ” A, benim aşkla cehenneme doğurduğum oğlum… Aşkla cennete giden oğlum! ” | |
| | | parantezicihayatlar Moderator
Mesaj Sayısı : 382 Yaş : 41 Kayıt tarihi : 21/12/06
| Konu: Geri: Batmanlı Halil - (Hikâye) Cuma Ekim 19, 2007 9:27 pm | |
| VIII. Evet, Halil doğduğu memlekete aşk ile doğmuş… Söz verdiği gibi aşk ile gitmişti… Mutluluğu beklemişti inatla… Mutluluk onu yanıltmamış ve gelmişti… Yaşadığı toprakların kitabı mutluluğa yer vermiyordu… Geç olsa da anlamış ve yapması gerekeni yine sessizce yapmıştı… Gidişi sessiz ve derinden olmuştu… Aşk ile doğduğu topraklara yine aşk ile gömüldü… Ailesi uzun süre yas tuttu… Halil, hastalığı esnasında ölürse dahi Tülay’a bundan bahsetmemelerini vasiyet etmişti… Ailesi bu vasiyeti yerine getirdi… Tülay’a hiçbir şey söylemediler… Bir süre sonra gelenekler ve dini kurallar gereği Halil’in elbiselerini fakirlere dağıtmak amacı ile bir araya topladılar… Karısı, annesi, kız kardeşi, her biri bir elbisesini ellerine alıyor, özenle ceplerine bakıyor, katlayıp fakirlere dağıtmaya hazır hale getiriyorlardı… En küçük oğlunun gözü bir an babasının ceketine takıldı… Gizlice aldı ve ceplerine bakmaya başladı… Bir cüzdan içinde, bir kadın fotoğrafı buldu ve ilk görüşte Tülay olduğunu anladı… Fotoğafın arkasında Halil’in kendi el yazısı ile yine kendi yazdığı birkaç satır gözüne çarptı: Dilimin ucunda asılı kaldın, orda durma, içeri geç… Senden bahsetmek, ki artık nefesim… Kendini yazar, oynarların küfür ettiği bölümsün… Kır şeytanın bacağını, sürüm sürüm sürünsün… Oğlu aniden hıçkırarak ağlamaya başladı… Odayı koşar adımlarla terk ederken ev ahalisi arkasından meraklı bakışlarla donup kaldılar… Babasının ceketini görünce duygulandı ve dayanamayıp ağladı, diye düşündüler… ”Ben ilgilenirim” dedi, ve yalnızca Halil’in kız kardeşi arkasından gitti … Odaya girdiğinde yeğeni yatağa uzanmış deliler gibi ağlıyordu… Tam ölüm hakkında o, bilindik teselli cümlelerini etmeye başlamıştı ki yeğeni elinde ki fotoğrafı uzattı sessizce… Fotoğrafı gördü, bu Tülay’dı… Arkasında ki notu okuyunca o da deliler gibi ağlamaya başladı… Halil’in oğlu halasına sessizce: ” Ara onu… Yalvarırım ara… Bilmeye hakkı var! ” dedi…
O da bir süre ağladıktan ve düşündükten sonra Tülay’ı aramaya karar verdi… Yeğeninin cep telefonunu aldı, odanın en kuytu köşesine çekildi ve sessizce ”Tülay’ı aradı… Fısıldayarak konuşmak zorundaydı, çünkü Halil’in eşi hâlâ olaydan habersizdi ve hemen yan odadaydı… - Alo… İyi akşamlar… Tülay hanımla görüşecektim… - Ben eşiyim… Buyurun… - Ben Halil’in kız kardeşiyim… Tülay’ın Binbaşı olan eşi, Halil ile Tülay arasındaki geçmişi bildiğinden dolayı, Halil’in kız kardeşini de anlayış ve saygıyla karşıladı… - Teşekkürler hanım efendi… Sizler nasılsınız, Halil nasıl? - İyiyiz efendim teşekkürler… Şey, ben Tülay’ı… - Peki, anladım… Bir saniye vereyim… Eşi, telefonu Tülay’a verdi… - Alo, buyurun… Ben Tülay… - Merhabalar… Ben… Ben Halil’in kız kardeşiyim… Tülay heyecanlanmış fakat belli etmiyordu… İçinden ”Neden kız kardeşi aradı beni acaba?” diye geçirdi, ve konuşmaya devam etti: - Evet, sizi dinliyorum… - Abim… Abimi… Abimi kaybettik… Tülay yaklaşık on dakika kadar sessiz kaldı… Yüzü kıpkırımızı kesilmiş, gözleri kan çanağına dönmüştü… Buna rağmen kendisinden hiç beklenmedik bir sakinlik içinde konuşmaya devam etti: - Ne? Gerçek bu değil mi? - Evet, gerçek… Tülay ve Halil’in kız kardeşi karşılıklı olarak deliler gbi ağlıyor, fakat konuşmaya devam ediyorlardı: - Abim, bu toprağa aşkla geldim, derdi her zaman… Fakat ailesine söz verdiği gibi aşkla gitmedi… Aşkla geldi / Aşkınla gitti… Bunu yalnız eşi bilmiyor… Ailem ise biliyor fakat suçluluk duygusu yüzünden kabullenmek istemiyor… Ceketinin iç cebinden fotoğrafın çıktı Tülay… Arkasında şu not vardı, kendi el yazısı ile yazmış… Dilimin ucunda asılı kaldın, orda durma, içeri geç… Senden bahsetmek, ki artık nefesim… Kendini yazar, oynarların küfür ettiği bölümsün… Kır şeytanın bacağını, sürüm sürüm sürünsün… Tülay, on dakika kadar daha ağladı… Neredeyse hiç konuşmadı… On dakika sonra ağzından şu cümleler döküldü: - ” Ben de hep onu sevdim… Benimle evli değildi, ama hatırımı sormadan bir gün dahi geçirmedi… Bir haftadır aramaması dikkatimi çekmişti aslında… Fazla üzerine düşmedim… Ailesi ile ilgileniyordur, dedim… Ona bir gerçeği söyleyemedim… Üzülmesine dayanazdım… Ben hastaydım… Doktor, ”Çok ömrümün kalmadığını söyledi…” Tedavim olduğunu fakat bunun da yetmiş milyar gibi bir mevlâ tuttuğunu söyledi… Eşim bu parayı bulabileceğini söyledi,fakat ben tedavi olmak istemediğimi söyledim… Sırf öleceğimi bildiğim için eşimden çocuk yapmadım… Evlatlık edindim… Halil, o çocuğu benim öz çocuğum bildi… Mutlu olduğumu düşünsün, mutlu olsun istedim… Fakat yine sözünde durdu… Benden önce gitti… O çay bahçesine heyecanla, buluşma saatimizden birkaç saat erken gittiği gibi, oraya da benden erken gitti… Ben de çok yaşayacağımı sanmam hanım efendi… Onu çok bekleteceğimi hiç sanmam… ” … Telefon aniden kapandı… Halil’in kız kardeşi ne kadar aradıysa, o telefona bir daha hiç ulaşamadı… Ne annesi, ne babası, ne oğulları, ne de kız kardeşi o günden sonra Tülay ile ilgili hiçbir bilgiye, hiçbir yolla, katiyen ulaşamadılar… ” Aşk, insanoğluna acıları, çaresizlikleri, yoksulluğu anlatırken bile, satırlarının arasında hep yaşama sevinci, hep umut vardı…” | |
| | | | Batmanlı Halil - (Hikâye) | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |