Yol çizgilerine gereğinden fazla anlam yükledim belki de… Başıma ne geldiyse bu yüzden geldi… Bu, uyku hali, yazı yazma ve eski kırk beşlik dinleme tutkusu… Seni üşümeye terk ettiğimden bu yana hiçbir şey eskisi gibi değil bende… Bunu bilmen yeterli değil elbette… Bilmen gereken çok şey var… Seni soğuk ve çiğli kente bıraktığımda anladım… En az senin canını yaktığı kadar benim de canımı yakıyor bu çizgilere olan göz aşinalığım… Peki, neden böylesine ağır bu sefer… Doğa üstü bir diyalog kurtarır beni, anladım… Tanrı, ”Bu hüznün kaynağı nedir?”, dedi… ”Ben… Ben, ne bir kulumun nefesine, ne de bir şairin zihnine bunca hüzün yüklemedim…” ”Bilemiyorum” dedim… ”Bu sefer çok ağırdı…” ”Böyle olmaması gerekirdi” dedi… Anlatmam gerekliydi ve anlattım:
”Sen hiç ardında onu bırakıp baktın mı yol çizgilerine? Unutulan şey, tam da bu olmalı… Evet, bütün ağırlığın sebebi… Belki de hiç gitmemeliydim olduğu kente… Gittim, diyelim… Dönmemeli ve yanında ölmeliydim… Ardımdan ağlamalı ve beni unutmalıydı… Bir sinema filmi gibi… Bir defa… Yalnız bir defa da yaşanmalı ve bitmeliydi bu dayanılmaz durum… Veyahut, beni bir veba gibi görmeli… Tiksinmeli benden… Kanından atmak için sihirli tılsımlara gereksinim duymalı… Özlememeli, üzülmemeli ve üşüdüğü zaman bunun çaresini bende aramamalı… Öyle güzel sulanıyor ki gözleri üşüdüğü zaman… Islaklığın saf tanımını yaparcasına bakışları… Yol çizgilerinin üzerinden birçok defa geçtiğimi hatırlarım… Çok ölü, çok arkadaş, çok akraba ve çok sevilen için… Hiç birinin böyle çocuksu bir sırtı yoktu… Ve sırtında gezinmesi için bu kadar ihtiyacı yoktu elime hiç birinin… Yer yüzünde bir isyan çıkacaksa o gün çıkmalı… Eğer, birgün kıyamet kopacaksa o gün kopmalı…
Kalmam için yalvarmadı… Tek bir kelime çıkmadı ağzından… Ben, giderken yalnızca üşüdü… Evet, belki de bu sefer ki ağırlığın nedeni bu olmalı… Hiçbir şey yapmadı ben giderken… Ne bir kelime, ne bir yakarış, ne bir hareket… Öylece bakıyordu ardımdan… Ve üşüdü… Yalnızca üşüyordu… Usulca çektim elimi sırtından… Elim hâlâ yanıyordu… Bu, kusursuz ama bir o kadar acıtan bir ayrılık oldu… Yol çizgilerinin üzerinden geçmek hiç bu kadar kanımı dondurmamıştı… Öylece baktım her birine kilometreler boyunca… Yol çizgilerini yaratmak maharet elbet… Sen, hiç ardında onu bırakıp geçtin mi yol çizgilerinin üzerinden… Unutulan şey, tam da bu olmalı… Evet, bütün ağırlığın sebebi… ”
Ey bağışlaması bol Rab’bim…
Yoluna başımı koyacağım, canımı vereceğim…
Yol çizgilerini yarattın da; bir defa olsun, bir erkek kuluna valizini yerde sürüyerek onu çizgilerin ardında bıraktırdın mı? Üşüyen sırtından elimi çekip, bir otobüse binmek zorunda kaldım… Bir tünele girdim ve sonunda ışık yoktu… Canım çok yandı… Bu sızıya dayanacak gücüm yok… Bu filmin sonunu getirecek kadar iyi bir oyuncu değilim… Ya bana bir deva bul, ya da yerime bir dublör… Ne bir daha o sırtı elimle ısıtırım, ne de o eli buz gibi sırttan çekerim… Ne bir valizi yerde sürürüm o ardımda üşürken,
ne de o donuk gözlere ardımı dönerim… Ben, ait olduğum yere giderim…
”Git… Ve şimdi kullarıma yol çizgilerini anlat…
Ardına da üşüyen, ıslak gözlü, dilsiz,
donuk bakışlı bir serçe ekle…”