XsiR sarı
Mesaj Sayısı : 34 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 04/11/07
| Konu: ..........Olmak Salı Mayıs 13, 2008 4:44 pm | |
| ………………….Olmak‘’Olmak ya da olmamak bütün mesele bu’’ Okuduğum kitaptan sadece bu söz kalmıştı dilimin ucunda. Kitabı kapatıp bir köşeye koymuştum. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru uyku bastırdı. Tatlı ve derin bir uykuya dalmıştım, güzel yatağımda. Olmak, olmak, olmak, olmak… Ne olmak isterdim acaba? Beni ben yapan değerlerin dışına çıkıp başka bir nesne olmak nasıl bir duyguydu? En yüce nesne hangisidir ve o nesneye nasıl dönüşülebilirdi? Soru yumakları aklımı kurcalaya dursun ben ne olacağıma karar vermiştim:SUGözyaşı oldum akarsulara karıştım, yağmur oldum dereye, çaya karıştım. Bir damla suyken bütünlüğe eriştim. Akarsuda akıntı yönünde aktım gittim. Ben akarken benle birlikte pek çok şeyi sürükledim yanımda. Sert bir kayayı parçaladım, ucundan bir parçasını aldım götürdüm. Kahverengi orman topraklarından kucağıma doldurdum başka bir yerde bıraktım. Ben sürükleniyordum akıntı yönünde ama benle birlikte benim bir parçam olan nesneleri de öz topraklarından koparıp götürüyordum. Kaç şelale atlattım bilmiyorum. Her şelalede düştüğümde bir parçam kırılıyordu. Toparlanıyordum. Cam değildim, suydum kırılganlığım naifliğimdendi. Parçacıklarım hızla bütünleşiyordu ve bir oluyorduk. Durmak yoktu çünkü yolun başındaydık. Geçtiğim yerleri çiçekler, özellikle papatyalar bürünüyordu. Geçtiğim yerlerin hayat kaynağıydım. Kaç hayvana sulak alanı oldum. Yudum yudum içlerine doldum, ferahlık verdim. Ağaçlar güneye yönelmeyi bırakmış, tüm dalları akarsuya doğru yönelmişti. Kökleri benle beşleniyordu. Tomurcuklara doğa anadan sonra ben hayat veriyordum.Akıntımın hızı yavaşlıyordu. Bir an panikledim geldim mi acaba varacağım yere. Hani insan panikler ya baştayken sona gelmeyi, bende öyle oldum. Debim(akım hızı) yavaşlamıştı. Dal parçalarının hızımın kestiğini gördüm. Önümde bir baraj gibi uzanan bu dal parçaları akıntı yönümü boylu boyuna kapatıyordu. Dal parçasının birine tutundum olup bitenleri izlemeye koyuldum. Küçük bir hayvan durmadan dal parçası taşıyordu, yaptığı küçük barajın önüne. Bu hayvan kim? Neden dal parçası taşıyor? Akarsu üzerinde aynı yolun yolcusu olduğumuz küçük bir damla:’’AAAAA kunduzlar dal parçası taşıyorlar, evlerini kuvvetlendirmek için.’’dedi. İlk kez duyuyordum, kunduz diye bir hayvanın olduğunu, merakım daha da arttı. Bakalım neler yapacak kunduz. Son dal parçasını taşıdıktan sonra, evinin yeteri kadar kuvvetlendirdiğine inandıktan sonra iki yavrusu ile anne kunduzda dışarı çıktılar. Tam rahat nefes alacağını düşünürken insanların ayak sesleri duyuldu uzaktan. Kunduzlar yuvalarına kaçıştılar. Küçük kalplerinin atışı içler acıtıcıydı. Belli ki korkuyorlardı insanlardan. Tutunduğum dal parçasından kayıp yoluma devam edecekken diğer dala güç bela tutunabildim. İnsanlar kunduzun evinin önünde durup kendi aralarında fışıldamaya başladılar. Hayır, gayet normal konuşuyorlardı ama ben bir şey anlamıyordum. Bana fışıldasıyorlar gibi geldi. Sanki sinsi bir planları var gibi. Topu topu üç kişi ellerinde kürekler ile kunduzun yuvasını bozmaya başladılar. İri yarı bir adam söyle haykırdı:‘’Kaç kere bozduk yuvasını bana mısın bile demeden yine yapıyor.’’ Bu sahnenin tekrar tekrar olduğuna emindim artık. Çünkü kunduzlar çok korkmuştu hem de adamın sözleri ele veriyordu, bu olayın defalarca tekrarlandığının. Tutunduğum daldan kayı verdim. Akıntıya kapılmış giderken son bir gayret ile arkaya dönüp baktım benle birlikte dal parçaları da akıntı yönünde ilerliyordu. Küçük yavru kunduzun, dal parçası üzerinde akıntı yönünde sürüklendiğini gördüm. Diğer kunduzların onu kurtaracağını sanarken, onlar karaya çıkmış yavrularının da çıkmasını bekliyorlardı. Öyle olmadı tabii ki. Küçük kunduz bana yol arkadaşlığı yapıyordu akarsu üzerinde. Gittikçe hızlanıyorduk. Önümüzde büyük bir şelale olduğunu tahmin edebiliyordum. Kunduz tutunduğu dal parçasından kayıp suda iyice hızlanmaya başladı. O kadar hızlı sürükleniyordu ki beni bile geçti. Evet, şelale görünüyordu. Kunduzda son sürat şelaleye doğru ilerliyordu. Şelaleden düşse benim gibi tekrar parçaları toplanır diye düşündüm. Ama sonra bütün umutlarım suya düştü. O su değildi ki benim gibi tekrar bütünleşebilsin. Bende hızlanmaya başladım. Kunduzu yakaladım ve son gücümle kunduzu karaya doğru sürükledim. Büyük bir yorgunluk çökmüştü üzerime. İki saniye daha geç kalsaydım kunduz artık bir bütün olamayacaktı. Tam bunları düşünürken şelaleden düşü verdim. Yorgundum, bitkindim toparlanamayacağımı düşündüm ama düşlediğim olmadı. Her parça bütüne dönüşüyordu burada bende öyle oldum. Kunduzu kurtarmanın sevinci ve şelaleyi atlatmanın rahatlığıyla yola devam ediyordum.Akıntının yavaşladığını hissediyordum. Yine mi kunduz yuvasıyla karşı karşıyaydım? Hayır, kunduz yuvasının yaptığı baraj değildi bu. Engine(denize), okyanusa giriş kapısıydı atlattığım son viraj(dönemeç).Başladığım yerden çok uzak bir noktada sonlandırıyordum seyahatimi(gezimi). Her su damlası her akarsu denize ve ya okyanusa ulaşabilmek için çabalar ömrü boyunca ama vardığı okyanusta, diğer su damlalarından bir farkının olmadığını anlayınca hayal kırıklığına uğrar. Bende aynen böyle olmuştum. Koca uçsuz bucaksız bir mavi alayının içinde küçük bir damlaydım tek farkım vardı farklı olduğumu düşünmemdi.Üzerimde koca gemiler yüzdüren insanların sesini duyuyordum. Aman Allah`ım insanoğlu hiç mi peş etmiyor. Her yerde onlardan var. Kunduzun kalp atışlarını duyacağım diye bir an panik içindeydim. Görünürde ne kunduz vardı nede kunduzun dal parçalarından yaptığı yapma baraj. Rahat bir nefes aldım. Adamlardan birinin sesi kulaklarımda yankılanmaya başladı:‘’ Bakın Hint Okyanusu.’’ Adamın sesi uçsuz bucaksız maviliklerde(Hint Okyanusunda) yankılanıp durdu. O zaman anladım Hint Okyanusu`na vardığımı. Biraz gayret edip geminin ağır yüzeyi altında ezilmemek için hareketlenip yerimi değiştirmek istedim. Ama bir türlü hareket edemiyordum. Sağa sola gidebiliyordum. Bir türlü ileri gidemiyordum. Adamın sesi yine yükseldi:‘’Burası da Kızıldeniz. Hint Okyanus ile Kızıldeniz bir birine karışmaz. Sanki önlerinde barikat varmış gibi. Hint Okyanusundan bir avuç su alıp Kızıldeniz`e bıraksanız o bir avuç su geri Hint Okyanusuna döner.’’ Adam bir filozof havası içinde konuşmasına devam eder:‘’Aralarında yoğunluk farkı var. Biri tuzluyken diğer tatlıdır. Bundan dolayı karışmazlar.’’Herkes yapılan açıklamanın yeterli olduğunu düşündü ve başlarını sallayarak onayladılar. Okyanus bile dalgalar sallandırarak onayladı söylenilenleri.Neden ilerleyemediğimi anlamıştım. Tabi burada adamın söylediklerinin büyük bir etkisi vardı. O zaman anladım ki okyanusta- mavilikler diyarında- bile bir damla su olsanız dahi tamamen özgür olamıyorsunuz.Gemiden bir kova sarkıtıldı. Gemiye doğru hızlı hızlı çekildi. Kova içinde bende vardım. Artık maviliği gemiden izliyordum. Belki okyanusun bir parçası koparılmıştı. Ama okyanus, okyanus olma özelliğinden bir şey kaybetmemişti. Kova içinde yolculuğuma devam ediyordum. Pek çok iklimler(ülkeler) gezdim. Gemi tayfasıyla haşır nesirdim. Belki tanımıyorlardı beni ama olsun on üç gün on iki gece yolculuk ettik birlikte.Gemi Antik Helen Uygarlığının kıyılarına demirlemişti. Kaptanın şu sözleri gemi tayfası tarafından büyük sevinçle karşılandı:‘’ Hadi bakalım çocuklar herkes sevdiğine, ailesine kavuşma zamanı. Rastgele!’’ Herkes sevdiğine kavuşurken ben halen kova içinde öyle kalakalmıştım. Gemiden en son ayrılan tayfanın ayağı yanlışlıkla içinde bulunduğum kovaya takıldı. Bende artık onlar gibi sevinçliydim. Çünkü denize, bütüne ve özgürlüğüme kavuşmuştum.Denizde bir şey beni kendine doğru çekiyordu. Yine akarsuda olduğu gibi akışa geçmiştim. Sevinmek üzereyken akıntının sebebinin akarsu olmadığını anlamam pek gecikmedi. Hortumun içine çekiliyordum. Farklı mekanik bir düzeneği olan aletinin içinden geçip. Bilmediğim bir yere varmıştım. Sıcaktı ve ben buharlaşıp yok olmaktan korkuyordum. Evet, geldiğim yer hamamdı. Birinin hamam taşına doldum. Son damla bendim tutunamadım kayı verdim hamam taşından. Adamın biri bağırmaya başladı. Bağırarak yarı çıplak halde dışarı fırladı:‘’Evreka, evreka(Buldum, buldum)’’ dedi. Neyi bulduğunu anlamamıştım ama konuşmalara kulak misafiri olunca bağırarak çıkan adamın Archimedes olduğunu öğrendim ve suyun kaldırma kuvvetini bulduğunu söylüyorlardı. Son damlaydım hamam taşından düşen, artık buharlaşıyordum… ‘’Olmak ya da olmamak bütün mesele bu’’ Olmak, olmak, olmak, olmak…Su olmaktan sıkılmıştım. Ne olabilirim diye düşünürken, bulmuştum:Devam | |
|
XsiR sarı
Mesaj Sayısı : 34 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 04/11/07
| Konu: Geri: ..........Olmak Salı Mayıs 13, 2008 4:45 pm | |
| AĞAÇOrman içinde heybetli bir ağaçtım. Hep birlikte ama tek ve hür… Yüzyıllara meydan okuyan bir ağaç olmak istiyordum. Çınar olabilirdim. Ama çınar değildim. İsmimi bilmiyordum. Belki de isimsiz kahramanlar içinde yer alıyordum. Elinde baltası ile bir adam geldi. Bu koca orman içinde beni kesecek değil ya derken. Baltanın soğuk yüzünü kuzeye bakan dallarımdan birinde hissettim. Adam dallarım arasından en iyi parçasını söküp aldı gitti. Korkuyordum. Bir parçası eksik kalan insan nasıl zorluk çekerse bende zorluk çekiyordum yaşamakta. Korkuyordum. Başka bir adam gelip gövdeme vuracak diye baltayı.Kesilen parçam bir ustanın ellerinde saza dönüşüyordu. Hissedebiliyordum. Kabası alınmış, cilalanmış, telleri takılmış ve vitrinde yerini almıştı. Kimin eline yakışır diye sahibini bekliyordu. Benim bir parçamdı. Ama benden sonra başkasının parçası olacaktı.Dükkâna hafif tombul bir adam girer ve vitrindeki sazı işaret ederek almak istediğini belirtir. Usta sazı vitrinden alıp başka bir üstadın ellerine bırakır. Bu üstat kim diye merak ederken, usta görüşmek üzere Arif Bey (Arif Sağ). Benim parçam artık onunda bir parçası olmuştu ve şu nakaratlar tekrarlanmaya başlandı:‘’Sarı saçlarına deli gönlümü Bağlamışın, çözülmüyor Mihriban Ayrılıktan zor belleme ölümü Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar, deyince kalem elden düşüyor. Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor. Lambada titreyen alev üşüyor. Aşk kâğıda yazılmıyor Mihriban’’Abdurrahim KARAKOÇBu nakaratın güzel olmasını sağlayan bendim, benim bir parçam olan daldan yapılan sazdı. Nakarat yankılanıp durdu gitti…Günlerden yine bir gün elinden baltası ile bir adam geldi. Bir parçamı söküp aldı gitti. Adam benden aldığı dal parçasıyla kendine kukladan bir çocuk yaptı. İsmini Pinokyo koydu. Yalnızlığını gidersin diye Tanrı`ya yalvardı. Pinokyo`ya can versin diye. Pinokyo sabaha doğru bir peri tarafından canlandırıldı. Peri şöyle dedi:‘’Pinokyo seni Gepetto`nun ricası üzerine canlandırdık. Sen Gepetto`ya yardımcı olmak ve onun yalnızlığını gidermek için hayat buldun. Unutmadan söyleyeyim her yalan söyleyişinde tahta burnun uzayacaktır. Onun için sakın Gepetto`ya yalan söylemeye kalkma.’’Gepetto sabah uyandığında Pinokyo`nun canlanlandığını görünce çok sevinir. Yaşlı, zayıf, gözlüklü adamın yüzünde güller açar adeta o sabah. Mutlu bir hayat yaşayacağını sanarken Gepetto, bilmezdi tabii ki Pinokyo`nun henüz doğmamış sorunları ortaya çıkaracağını…Pinokyo yürümeye başlayan bir bebek gibi dengesini sağlamakta zorluk çekiyordu. Kaç kere doğrulup düştüğü halde peş etmiyordu. Hangi bebek emeklemeden yürümeyi öğrenebilirdi ki. Pinokyo da sonunda yürümeyi başaracaktı tahta çarıkları(ayakkabıları) ile.Pinokyo, Gepetto`ya sarılınca Gepetto`nun göğüs kafesinin içinde küçük ritim aralıklarıyla atan nesneyi fark eder. Gepetto`nun bu arada gözlerinde yaşlar süzülmeye başlar. Baba- ilk kez burada Pinokyo baba diyordu Gepetto`ya- neden ıslanıyor yüzün gözün. Çok sevinçliyim ondan, ellerini bellime sardığın sırada hissettiğin atış kalbimin atışıydı.Pinokyo, peki bende neden kalp yok. Ben atışını hissedemiyorum. Gözlerim neden yaşarmıyor senin gibi. Yoksa gözyaşı çürütür mü beni? Pinokyo kalbinin olmamışına üzülüyorken, peri tekrar gelir. Peri:‘’ Hey! Pinokyo üzülme, sana camdan bir kalp vereceğim. Yaptığın her yüzüncü iyilikte o küçük ellerinin arasındaki cam kalp senin bir parçan olacak. Gerçek bir çocuk olabileceksin bu sayede. ‘’Pinokyo elinden geleni yapacağını söyler ve peri kaybolur. Pinokyo her yeni bir güne başladığında iyi bir insan olarak gireceğini düşünerek uyanır oldu…Günlerden yine bir gün bir adam geldi. Bir parçamı kesecek diye korkarken gölgemde dinlenmeye koyuldu. Adam uyku ile uyanıklılık arasında uyukluyordu. Hafif bir rüzgar çıktı. Dallarım sallanmaya başladın. Yapraklarımın arasında özenle saklamaya çalıştığım kırmızı yuvarlak bir nesne adamın kafasına düştü. Adam düşen nesneyi aldı ve bir ısırık aldı. Bütün nesnelerde yerin çekim merkezine doğru bir hareket var. Bu kırmızı elmanın kafama düşme nedeni de bu olsa gerek. Adamın ismini daha sonra bir gazete sayfasının ilk sayfasında gördüm. Newton kafasına düşen kırmızı elma sayesinde Yer Çekim Kuvvetini bulmuştur.Günlerden bir gün adam gelmedi. İş arabaları geldi. Bütün ormanı yerle bir edip imar alanına açtılar. Artık ne dallarım vardı ne gövdem. Sadece köklerimin üzerine yapılan beton yığınları(evler) vardı…Saat zır, zır ,zır, zır ötüyordu. Kalktım, saate baktım yediyi on geçiyordu. Bütün yaşadığım onca şey güzel bir rüyadan ibaretmiş. Okula gitme zamanı gelmişti. Dün gece okumayı bitirdiğim ve küçük çalışma masamın üzerine koyduğum Hamlet - Olmak yada olmamak bütün mesele bu- kitabını aldım, hazırlandım ve evden çıktım. Okula gittiğimde öğretmenin sınıfa söyle bir soru yöneltmişti:‘’ Ne olmak istersiniz?’’Sınıftaki arkadaşlarım parmak kaldırıp söz hakkı alıyorlardı. Bazıları;ÖğretmenDoktorPolisHemşireAvukat…Olmak istediklerini belirtiyorlardı. Bende parmak kaldırıp söz hakkı aldım ve şöyle dedim:‘’ Ben kendim olmaya devam edeceğim ve çocuk olarak kalacağım.’’ (Çocuk Hikayelerine Marjine Bakış) XsiR | |
|
gezgin göşkuşağı (onursal üye)
Mesaj Sayısı : 297 Yaş : 45 Kayıt tarihi : 01/05/07
| Konu: Geri: ..........Olmak Çarş. Mayıs 14, 2008 3:59 pm | |
| sevgili XsiR paylaşım için teşekkürler....... | |
|