Doç.Dr. Nurhan Tekerek
nurhant@uludag.edu.tr TÜRKİYE’DE TİYATRO EĞİTİMİ ve MEZUNLARIN İSTİHDAM SORUNU
Mezunların İstihdam Sorunu
Kuşkusuz bu eğitim kurumlarının, gerek tiyatronun ve tiyatro eğitiminin ülkemizde yaşadığı teyatral ve akademik sorunlardan kaynaklanan eksiklikleri vardır. Bu sorunlar mutlaka tartışılması ve çözümlenmesi gereken, tiyatromuzun geleceğini de ilgilendiren ciddi sorunlardır. Okulların yapılanmasından, üniversitelerdeki tek tip eğitimle özgün tiyatro eğitiminin her zaman çakışmamasından, meslek eğitimi veren konservatuvarların üniversitelere bağlanmasından kaynaklanan bir takım sıkıntılar, giriş sınavları, puanlar vs., jüriler, eğitimin ilkeleri, eğitmenlerin niteliği ve niceliği konularında pek çok sorun vardır. Bunlar zaman içinde, mutlaka çözüm bekleyen sorunlardır. En kısa zamanda geniş çapta bir tiyatro eğitimi kurultayı toplanıp konular tartışılıp, en azından sorunların saptanması gerçekleştirilmeli, ardından adım adım çözüme doğru ortak ilkeler ve esaslar belirlenmelidir. Bu işin bir yanı ve en önemli yanıdır.
Bir yanı da, tiyatro okullarının sayısıyla ilgilidir. Genel olarak, özellikle merkezdeki tiyatro insanları, özellikle ödenekli tiyatrolardaki oyuncular, taşrada kurulan tiyatro okullarına karşı soğuk bir tutumla yaklaşmaktadır. Bu doğal bir tepkidir. Çünkü hiçbir profesyonel oyuncu, karşısında elini kolunu nereye koyacağını bilemeyen, diksiyonu ve artikülasyonu bozuk, düşünmeyen, hissetmeyen ve duyarlığı olmayan bir oyuncu-yazar-yönetmen-dramaturg-tasarımcı istemez. Bu işin bir yanı ve kesinlikle tartışılması gereken yanı. Çözüm yolları da; tartışma platformları oluşturularak ve mutlaka “iletişim” kurularak, belli bir organizasyon ve koordinasyon dahilinde elbette çözülmeli. Ancak, öte yandan, taşrada kurulan her kuruma, ya da okula, karşı çıkmaktan daha çok, bu sürece daha bütünsel ve rasyonalist bir bakış açısıyla bakılması gerektiğini düşünüyorum. Bu da şu demektir; Merkezdeki ödenekli tiyatroların (Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatroları) görevleri bellidir. Personel kapasitesi de bellidir. Ayrıca merkeziyetçi bir yapıda örgütlendikleri için Türkiye’nin dört bir tarafına yetişmeleri pratik olarak güçlükler getirmektedir. Bu doğaldır. Doğal ve gerçekçi olmayan şudur: Sürekli genç nüfusumuzla ve 80 milyon nüfusa ulaşmakla övünen bir toplumuz. Ankara ve İstanbul’u, sorunlarıyla gündeme gelen İzmit’i ve yeni bir atılım içinde olan Eskişehir’i (Ki o yapılanmada da, eski rektör, yeni Belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen’in kişisel çabalarının çok büyük katkısı vardır.) dışarıda tuttuğumuzda, hangi ilimizde, yerel yönetimlerin kendi talebi ve gönlüyle, sağlıklı biçimde işleyen bir tiyatro örgütlenmesi vardır? Kaldı ki yerel yönetimlerin temel görevlerinden biri, yerel halkın sosyal ve kültürel gelişimine katkıda bulunmak üzere sanat kurumlarının açılışına öncülük yapmak ve destek olmak değil midir? Türkiye’de 81 vilayet ve 7 bölge olduğuna göre, her bölgede, “Bölge Tiyatrosu” ya da “Şehir Tiyatrosu” biçiminde yapılanmış en az 4 tiyatro kurumu olduğunu düşlersek, kaba bir hesapla, bu 28 tiyatro demektir. Her birinde; oyuncu, yazar, yönetmen, dramaturg, tasarımcı ve teknik elemanlarıyla en az 30 personel çalıştığını var sayarsak, bu demektir ki, normal koşullarda 8400 tiyatro çalışanına ihtiyaç var demektir. Şu anda varlığını sürdüren 19 okul olduğuna göre, her birinin yılda ortalama 15 mezun verdiğini varsayarsak, her yıl 285 mezun veriyor demektir bu okullar. Bu sayı yeterli midir?
Ayrıca, DTCF-Tiyatro Bölümü’nde okuduğum yetmişli yıllardan bu yana, ilk ve orta öğretimde “Drama” derslerinin yararı ve gerekliliği üzerine konuşulmaktadır. Aradan neredeyse 30 yıl geçmiş, yeni Eğitim Fakülteleri açılmış ve bu okullarda, drama’yla öğrenme ve öğretme teknikleri ve yaratıcı drama üzerine pek çok çalışmalar yapıldığı ve dersler konulduğu halde, bir türlü, bu konuda tiyatro bölümleriyle organize edilmiş ve koordineli bir çalışma sürecine girilerek bir baskı unsuru oluşturulamamıştır. Ayrıca özellikle Eğitim Fakülteleri’nde Yaratıcı Drama, Tiyatro ve Canlandırma, Konuşma Eğitimi gibi pek çok ders ciddi kredi değerine sahip zorunlu dersler olmasına rağmen bu dersleri alan dışından eğitmenler sürdürmektedir. Ya da kısa dönem drama kurslarına katılmış eğitmenler tarafından verilmeye çalışılmakta, bu uygulama da derslerin amacından sapmasına neden olmaktadır. Kaldı ki pek çok fakültede Yaratıcı Drama, Dramatizasyon ve Tiyatro, Türk Tiyatrosu, Sahne Uygulaması ve Düzgün Konuşma gibi dersler zorunlu ya da seçmeli dersler niteliğinde müfredat programlarında yer almakta, tiyatroyla, nadiren yalnız seyirci olarak ilgilenen eğitmenler tarafından bu dersler götürülmektedir. Drama ve tiyatronun hayatımızın bir parçası olduğu ve hayatı öğrenmede,öğretmede, en başarılı ve insana yakışır yöntemlerden biri olduğu tartışmasız kabul edildiği halde, bir türlü bu alanlarda tiyatro bölümü mezunları istihdam edilememektedir. Öte yandan tiyatro bölüm mezunları da bu tür alanların tiyatronun yaygınlaşmasının önemini kavrayamamış bir halde, ya ödenekli tiyatroların kapılarında birikmekte, ya da İstanbul’da TV, dizi film, seslendirme piyasasının acımasız dişlileri arasında yok olup gitmekte veya bireysel olarak atı alıp Üsküdar’ı geçmektedir. Dahası Drama’yla öğrenme-öğretme metodlarının yanında, bağımsız “Drama” derslerinin de olması bir zorunluluk değil midir? Çünkü sanat, hele temel öğesi insan olan tiyatro sanatı; insanın vicdanıyla hesaplaşmasına olanak sağlayan, bu bağlamda insanın ufkunu genişleten, onun kendini, karşısındakini, ülkesini, dünyayı, kısaca hayatı anlamasına yardımcı olan ve böylece ona yaşama coşkusu kazandıran bir var olma eylemidir. Dolayısıyla; bireyin psikolojik, sosyal, kültürel, siyasal ve daha pek çok alanda uygarlaşmasına ve dolayısıyla sorunları aşmasına katkıda bulunan bir sanattır tiyatro ya da drama. Milli Eğitim Sistemi içinde, hayata dair pek çok ders programlarda yer alırken, neden “Drama” dersleri yoktur, bunu anlamak mümkün değildir. Ana okulundan, üniversite eğitimine dek uzanan süreçte, her yıl, drama dersi de gören, oyun üreten, tiyatronun farkında olan, eğitilmiş bireylerin, herhalde bulundukları yörelerin sorunlarının çözümünde de tartışılmayacak katkıları olacak, çözüm üretmede belirleyici görevler üstlenecektir.
Bu çerçevede, ana okulundan üniversiteye dek tüm okullara “Drama” derslerinin de konulduğunu varsayarsak (ki Anaokulu’ndan Üniversite’ye dek kimi programlarda zaten yer almaktadır bu dersler), bu kadar sayıda tiyatro okulunun, eleman yetiştirmede yeterli olamayacağı görülecektir. Ödenekli tiyatrolar ve piyasa dediğimiz, sanatı ve sanatçıyı sığlaştırıp verimsizleştiren ve en önemlisi bencilleştiren o televizyon programları ve dizi film piyasası tiyatro mezunlarının tek seçeneği değildir. Eğitimciliğe soyunan içimizdeki kimi insanların, “biz piyasaya oyuncu yetiştiriyoruz” diye övündüklerini ve bundan kendilerine pay çıkarttıklarını, eğitim camiasının içinde bir kişi olarak yakından biliyorum. Bu övünülecek bir gelişme değildir. Bizler “Tiyatro” eğitimi veriyoruz. Aslolan “Tiyatro” dur. Kuşkusuz mezunlar televizyonda, radyoda, ödenekli tiyatrolarda yer alacaktır. Ancak, özellikle televizyon, dizi film piyasasında, total olarak medya koşullarında, ürkütücü boyutta bir sömürü mekanizması da oluşmuştur. Tiyatro eğitimi almış bir kişinin, astronomik ücretler alan kimi insanların arkasında, bilmem kaçıncı sınıf rollerde, çok az bir ücrete çalışması da hiç akıl kârı değildir
Sonuç olarak şu söylenebilir; Var olan on dokuz okulla Türkiye’de tiyatro eğitimi sürdürülmektedir. Tiyatro mezunlarının kuşkusuz istihdam sorunu vardır. Ancak, üniversitelerin temel bilimler fakültelerinden, ziraat fakültelerinden ve daha pek çok fakültelerinden “mezun olanlar kadar” istihdam sorunu vardır. Kuşkusuz bu tiyatro okullarının eğitim alanındaki sorunları çözülmeli ve eğitimin niteliği yükseltilmelidir. Ama her yeni açılan okula karşı çıkmak, mezunlar işsiz kalıyor, nitelikli tiyatrocu yetişmiyor, o halde tiyatro okulları açılmasın gibi bir yaklaşım duygusal açıdan ve kısa vadede haklıymış gibi görünse de, uzun vadede, bütünsel ve akılcı açıdan bakıldığında ve ülke geneli düşünüldüğünde, yukarıda sözünü ettiğim, geleceğe yönelik planlamalar ve mutlaka gerçeğe dönüştürülmesi gereken öneriler ve uygulamalar ışığında biraz kötümser ve seçkinci olarak değerlendirilebilir.
O halde, yerel yönetimler; temel görevleri gereği bu tiyatro ve sanat konusuna gereken önemi ve özeni göstermeli, öte yandan okullarla yerel yönetimler arasında bir koordinasyon ve planlama mutlaka yapılmalı, tabii ki öncelikle “iletişim” kurulmalı, ayrıca Milli Eğitim Müfredat programlarında, yine belli bir koordinasyon ve planlama dahilinde “Drama” dersleri yer almalı, gerek ödenekli tiyatrolar, gerek özel tiyatrolar ve de buralarda çalışan tiyatrocular da, bu okulların varlığını kabullenerek, akılcı ve ortak bir yaklaşım içinde geleceğe yönelik umutlu planlar ve programlar tasarlamalıdır.
Çünkü tiyatro herkes için gereklidir…
(Tiyatroların yaygınlaşması konusunda ayrıca bkz: “Yol Gösteren Bir Topluluk Tiyatrosu Eylemcisi; Augusto Boal” adlı Röportaj,
www.tiyatroevi.com )