.....ve yolculuk bitmiş evimdeyim.......eve geleli iki hafta yı geçmesine rağmen hala bir uyum kargaşası var üzerimde......elimden geldiğince televizyon, özellikle haber ve spor programlarını izlememeye çalışıyorum........bu hayatın, buradaki hayatın bir parçası olmak istemiyorum...yollarda edindiğim yeni korkular ve sevgilerle yaşamaya devam etmek istiyorum.........ama buarada hayatın zorunlulukları etrafımı sarıyor, kabullenmeye sessizce dinlemeye çalışıyorum...ve içten içe bunun benim için hazırlanmış güzelliklere gebe kalma süreci olduğunu umut ediyorum........
.........yolculuğum aslında epeycene karmaşık geçti, öncelikle her yaşanan gün ve olaylar o kadar farklı ve birbirinden uzaktıki zaman zaman kavrama ve algılama zorlukları çektim ve şimdi odamdaki yalnızlığımla herşey yerini daha net buluyor beynimin içinde....ve şimdi düşünüyorum özellikle orada çektiğim kaygılara sancılara dair problemleri....para , kalacak yer, beslenme ve geri dönüş yoluna dair kaygılar......aslında o kadar zayıflarmış ki.....ve o kadar gereksizlermişki......dakar da gemi bulamadıktan sonra kara yoluyla geri dönme çabam ;;; yolculuk......herşeyin koptuğu nokta....çıplaklaşmış tüm maddi eksiklikleriyle birlikte yolda kendini kaybeden bedenim ; ve git gide değişen beynim, düşlerim,,uzay ın dışında kendine yaşama ortamı bulmuş içimdekileri sevgilerim ve korkularımla akışım....çöl bitkisi ve onun tek tanrılı inancı.....
.......senegalin güneyinde ;;; turistik olmayan nehrin kenarına kurulmuş moritanya asıllı kimliği belirsiz kadının arkadaşının ailesinin evi.... köyde geceleyin bizim için hazırlanmış odada ; içeri sinek yada böcek girmesin diye her tarafı iyice kapatılmış zifiri karanlığın dibinde acımtrak düşlerin arasından büyük bir dehşetle uyandım; her taraf o kadar karanlık tı ki uyanıp uyanmadığımdan bile emin olamadım sadece korktum saf bir korku 5-10 saniyelik bu korku süzgecinden sonra karanlıktan kurtulma ışığı bulma çabasıyla kendimi yataktan atma ya kapıyı bulmaya çalışırken duvarlara çarptım , debelendim ve sonunda beynimde dışarı diye tanımlanmış yere ulaştım....vücudumdaki adrelanin düzeyi hala yüksekti....belki hayatta göremiyeceğim kadar yıldızın altında nefes almaya çalışırken yan tarafta oturmuş sessiz siyah adamı ve onlarca metre uzaktan gelen vurmalı çalgılardan oluşan müziği duydum......adama baktım...sadece duruyordu bir ağaç gibi yada gökyüzündeki binlerce yalnız ve uzak yıldız gibi sadece bekliyordu...belki birkaç saat sonra balık tutmaya gidecekti belkide sadece çok korkmuştu.........oradaydı....
Evde......duş aldım.....yoğurt yiyorum....müziği açtım; evde kimsecikler yok, belki bir gün benimde bir evim olur; böyle sığınabileceğim.........uzun zamandır hayalini kurduğum bu evcil tavırlar, tavırlarım.......
....fas ta otostopla devam eden yolculuğun sonlarına ; fas ın sonlarına doğru yaklaşmış batı sahra çölünün yalnız ve sıcak havası her tarafımızı sarmıştı....moritanya sınırına 100 km kadar kala yolda yardım bekleyen insanlarla ve onlara yardım için duran insanlarla karşılaştık; bizde durduk, Çünkü orası çöl......devam etmekle durmak arasında bazen fark olmıyabiliyor.....ve bozulan arabanın içinde benim gibi otostopla yolculuk eden fransız bir kızla tanıştım.........biraz anlattık hayatlarımızı kaygılarımızı yolculuğumuzu ve parasızlığımızı ve herşeyden en önemlisi çantamızdaki çocuklar için taşıdığımız oyuncakları.....Ve moritanya sınırında buluşmak için birbirimize söz verdik......Sınırda yardım ettiğimiz ne yediği belirsiz moritanya lılarla ( ..ki sonradan onlara dair şüpheler...) epeycene muhabbeti ilerlettik ve akşam bizi evlerine davet ettiler....Bizim için özenle hazırlanan yemekler, getirilen meyve suları açılan konserveler çaylar ve kahveler ....ve yolda tanıştığım fransız kızla daha da konuştuk; bir çanta dolusu oyuncağı ilacı ve hayatını bana gösterdi....ve yolculuğuna beni de davet etti...Fransız kökenli bir yardım kuruluşundan bahsetti orada neden beraber çalışmıyalım dedi; onları bulabiliriz dedi....Daha beynimde ne senegal nede gambiya olduğu için olur dedim; iki hafta Nouadhibu da kalıp o dernekte çalışma planı yaptık ve belki dedik eve dönmekten vazgeçersek yola devam edip Mali de de çocuklar için birşeyler yapabiliriz dedik...Ertesi gün ilk işimiz (uzun pazarlıklar sonrası..) bir taksiye atlayıp derneği bulmak oldu...Derneğin bütün yöneticileri casablanca ya gitmiş ve en erken üç gün içinde geleceklermiş...orada gönüllü çalışan bir adam bizi gezdirmeye ; Nouadhibu nun arka sokaklarında topraktan yapılmış evlerin arasında;;; çocukların suskun, kendi derilerinden utandıkları, korktukları ve bizi zengin inanılmaz güçlü gören gözlerinin arasında dolaştık....ve fas ta algılıyamadığım gerçek Afrika yavaş yavaş yüzünü göstermeye başlamıştı.....
....Fransız kıza ben hayatta iki şeyi çok severim dedim; birincisi çocuklar ikinciside tren yolculukları...ve moritanya ya gelmemin sebebi dünyanın en uzun treni olan trene binmek dedim....Ve ben gidiyim o trene biniyim...3 yada daha fazla gün beklemek istemiyorum....Ve biliyorsun bizim inancımız gereği Tanrı bir tane......
geri dönebileceğim dair olmak üzere hiçbir konuda birbirimize söz vermedik...ben sessizce tren istasyonuna gittim..biliyordum çocuklar orada kaldı; çok uzakta ama insan çaresizliğin en uzak noktalarında dolaşınca çok ta düşünmemeye başlıyor...Çocukların arasında aslında fransız kız da bende kendimizi o kadar zavallı ve güçsüz (cebinde yol parası bile olmayan iki insanın yardım etme eğilimi;dünyanın en ucuz ülkesinde gezerken bile doğru düzgün yemek alamıyan iki insanın yönelimi ...) hissettik ki...ama çantamızdan oyuncaklar ; ben balon yapma makinamdan baloncuklar çıkarmayı ve onlarla oyun oynamayı ihmal etmedik.....Bilmiyorum o kız orada kalıp bekledi mi...ama ben mekan-zaman karmaşası yaşayan yolculuğuma devam ettim.....geri dönemedim...
Birkaç saatlik uykular dünyası ve iniş-çıkışlar arasındaki yolculuklar..belkide modern dünyanın insanı hırpaladığı paradokslar örüntüsü....ve aslında hepimiz birer seyyah ız ister istemez şu kaybolup gittiğimiz hayatta....bu şehir hayatının içinde....Ve elimde olmadan özlüyorum ; yolculuğumun akışını.....
...........Yolculuğun sonları; artık yavaş yavaş havaalanına, uçuş saatine yaklaşıyorum......Meknes te elimde şehir haritası MOULAY IDRİSS için otobüs istasyonu nu bulmaya çalışıyorum....Sebebli bir mutluluk var içimde; yolun sonuna yaklaşmanın verdiği bir mutluluk ( benim gibi acemi gezgin in bu kadar saçma bir güzergahı gidebilmesine dair.......)...........10-15 dakikalık yürüşten sonra otobüs ü buluyorum......Son yetmiş yıla kadar müslüman olmayanların içeriye girilmesine izin verilmeyen ve şimdi bile çoğu türbe ve camii ye sokulmayan ve şehirde gece kalmalarına bu yıldan itibaren izin verilen turistlerin, iki tepe ye kurulmuş, sokakları gerçek birer labirent; Bir noktalar kümesi; yaşam ile ölüm arasında ki sıkışma noktaları..Yabancılar için hazırlanmış yüzlerce yıllık noktalar.........Bu şehri hemencicik gezip terk etmeleri için---,,,, bir uzay simetrisi gibi,,,,,,,,,--- Ve sırt çantalı zamanı kaybetmiş ve artık orada ne kadar zamandır gezdiği yada gezecek olduğunu kendilerinin bile bilmediği gezginler için ise bir aile sıcaklığı, bir uysallığın dirik nefesi....Çöl bitkisi ve onun tek Tanrılı inancı.....Şehre girer girmez Moulay İdriss in anıtına gittim tabii kapıdaki Müslümanlık testi çok ta hafif değildi. Belki Cuma olduğu içindir belkide hergün öyle; bu devasa yapının içinde ilahiler eşliğinde dua eden, bekleyen, saklanan onlarca abdestli insan...Bende aralarına sığındım ve herzaman ki gibi biliyorlardı ben yabancıydım ama bu Cuma namazımızı beraber kılmamıza engel değildi...Oranın büyüleyici atmosferini anlatmak için şimdi size oranın mimari yapısı yada mozayik süslemelerinden bahsedip tasvirler yapmak gerekir heralde ama bunun bu biçimlendirme kaygılarının, insanın beyninde şemalar yaratma eğilimlerinin ve sonuçlarının insanı nasıl kandırdığı nasıl hayattan uzaklaştırdığını onlarca deneyimleyen bir insan olarak ; moulay idriss orada ve başka bir zaman diliminde ( benim gittiğimden farklı bir zaman diliminde...) senin öz duyguların ve öz hayal gücün için bekliyor demek en sağlıklı olur heralde.......
Bu devasa yapıdan çıktıktan sonra, Terası ; bir tepeden diğerine labirent sokakların birbirine sarmaşıklanmış dokusunu görebileceğiniz terası bulmak için hep aynı ama aslında sadece çok karmaşık olan bu sokaklarda yavaş yavaş zirveye tırmandım....Aslında insanı büyük bir kaybolmuşluk korkusuna götürebilecek sokaklarda, korku o kadar uzaktı ki içimdeki birşeyler büyük bir huzur ve güvenlik duygusu oluştur muştu...Sokak arasında; benim gibi ve diğer binalar gibi (..kendi içimizdeki sıradanlığımız...) suskun , sığınmış bir eve girdim bu gece burada kalabilir miyim sorusunun yanıtı olumlu oldu.....evde büyük bir aile kahvaltısı yaptıktan sonra ben sokaklara, sokak aralarında ki terzi dükkanlarında çay içmeye devam ettim......Terası arkamda bırakıp önümdeki yeşil su dolu vadiyi görebileceğim bir kahvede ; şiva içerken Türkiyede ki arkadaşlarım için hazırladığım yol haritalarına bakıp; onları düşündüm, düşledim...küçük dükkanlara, insanlara dair haritalar...
......Bu benim elimde olan birşey değil...Tanrı beni seviyor ve koruyor...orada da burada...Bütün evcilleşmiş duygularıma dair.....korunması gerekenlere dair;sevmeye dair...
Sabah erkenden kalkıp 3 km uzaklıktaki garaja yürüdüm...St louis’nin kendine has kokusu sarmıştı etrafı...bu ayrılık noktasında; içimden tekrar geri gelme sözü verdim kendime ve bu şehre....Garajda local bus a binip MBORO ya vincent in gitmem için ısrar ettiği şehre doğru yola çıktım ve o gün anladım ki senegal de local bus lar oldukça rahatsız edici...
Mboro ya ulaştıktan sonra , şehir merkezinden plaja kadar 3 kilometre kadar yürüdüm, itiraf etmek gerekirse sırtımdaki çantamla epeycene zor oldu........Ama plaja ulaştığımda, sonsuz kumsalı görünce, doğru yere geldiğimi anladım....Sandaletlerimi, sırt çantamı kumsalın ortasına atıp yürümeye başladım, bu zamana kadar sadece filmlerde gördüğüm böyle bir sonsuz kumsalda hırsızların yaşıyamıyacağına inandığım için arkamda bıraktığım eşyalara dönüp bakma ihtiyacı bile duymadım.......sadece yürüdüm...
Çoğunluğu bangola evlerden oluşan yapılar içinden bir tanesinin bahçesinde senegalli bir kız gördüm, gittim hemen yanına oturdum, onun konuşmasını bekledim.....ama onun hayata dair söyliyeceği sözcüklerin zamanı ve mekanı orası olmadığını çok sonra anlıyacaktım...Gözlerime baktı, kafasını hafif bir tebessümle sallayıp elimden tutup beni madam DAMİELE DİENG in yanına götürdü......Madam bana bu gece burada hiçbir ücret ödemeden kalabileceğimi söyledi....
Madam Damiele 60 yaşında güzeller güzeli bir fransız kadın..Ve belkide benim bu zamana kadar gördüğüm en mutlu insan....Kocası Senegalli, senegalin önemli büyükelçilerinden biri ve ölmüş....madam 3 çocuğu ile dakar da yaşıyor ama Dakar ın yıpratıcı ve tehlikeli ortamından kurtulmak için haftada 3-4 gün burada kalıyor...Kocasının işi gereği epeycene ülke gezmiş....Bana hayatını anlatmaya başladı;;;
Babası bir zamanlar fransada ki koyu komünistlerden miş ve hatta amcasınıda Almanlar öldürmüş;bu cinayet haberini de gazeteden okumuş..Babasının ideaistliği, inancı peşinden sürüklenişinin: hayatlarını ne kadar parçaladığını ama yine de onun ürettiklerinin yazdığı kitapların; şuan üniversitelerde okutulan kitapların, cezayir ve fransa açısından ne kadar önemli olduğunu anlattı;
MARCEL EGRETAUD...Realite de nasion algerienne.......
Ve annesi söz konusu olunca kahkalarla onu anlatıyordu; Annesinin çılgınlıkları; üç çocuğunu alıp , daha madam 5-6 yaşlarındayken balkanlarda yanlarında bir erkek olmadan yaptıkları abuk subuk geziden , bozulan arabadan, çekilen otostoplardan ve annesinin herkesi hayranlığa düşüren güzelliğinden......Şuan annesi fransada bir huzurevinde yaşıyormuş...Ve konuşmanın sonlarına doğru o gülen gözlerini kocaman açıp; benim annem kesinlikle deli idi ...Onu ve çocuklarını yolculuk yaparken görmeliydin kesin ona aşık olurdun, her erkek gibi..........dedi...
Ve iki kızı, oğlu ve dakar daki yaşama dair hayat hikayesi..........
Sohbetin sonrasında çıktım kumsala; yürüdüm...Jane champion un piano filmindeki kahramanlardan biri gibi hissettim kendimi...Parmağı kesilen yada kesen; onlardan bir tanesiydim...ıslak kuma yatıp okyanusun beni yıkamasına izin verdim......
Eve dönüp kurulanıp gaz lambasının ışığına sığınmışken madam beni akşam yemeğine çağırdı; makarna ve yumurta vardı....madam dedi ki burada herşey çok basit; yiyecekler, gaz lambası, kovalarla taşınan sular.... ve herşey de zaten çok basit olmalı bir tek şey dışında; Kırmızı şarap...Dakar daki şarap mahzeninden getirdiği şaraplardan bir tanesini bizim için açtı......
Sabah erkenden kalkıp, sahilde yürüşe çıktım sanki günlerdir orada yaşıyor gibiydim...Çöl bitkisi.........Bu evcilliğin getirisi ile eve dönüp birşeyler yazmaya başladım, yazılar diğer yazdıklarımdan farklıydı...yol notlarından çok öte; bir mektuptu.................................................mektup arkadaşım a.....