Günümüz türk sinemasına farklı bir bakış açısı getiren çağan ırmak ile benimsinemalarım.com ekibinin yaptığı bir röportajı vermenin sinemayla ilgilenen sevgili dostlar için faydalı olacağına inanıyorum. Zira bu konuda yeni adımlar atmaya başlayan veya henüz emekleyen için küçük bir rehber niteliğinde...
Not: röportaj alıntıdır.
www.benimsinemalarim.comRÖPORTAJ:
Yer Fono Film. Çağan Irmak, Babam ve Oğlum filminin montaj çalışmalarında..Heyecanlı, gözleri parlıyor.Birkaç sahne izletiyor bize yeni filminden.Çocuklar gibi..:)Biraz ayırıyoruz onu filminin başından ve Fono Film’in muhteşem çardağı altında başlıyoruz sohbetimize..
ÇI: Çağan Irmak
BS:Benim Sinemalarım
BS: Kısafilm…..(derken sözü ağzımızdan alıyor Çağan Irmak)...
ÇI: Türkiye’de fakirlik edebiyatı falan yapılıyor ya, bu kadar da değil. Evet herkes kısafilm yapabilir ama kısafilmin kendine özgü imkanları da var bir sürü şey var ortada..Kısafilm evet acemilikleri de olan filmdir ama bir anlamda da özür kabul etmez.Yani bu kadar da aşağı çekmemek lazım bu durumu..Anlatabiliyor muyum böyle bir durum var ortada..Tabi ki acemilikleri olacak, herkesin yardımıyla olacak..Ben bir sürü kısafilm çeken insana yardımcı olmaya çalışıyorum.
Çok ince bir nokta var arada.. Birincisi bir kısafilmle dünyayı kurtarabilir misiniz bunu yapamazsınız, bazı arkadaşlar mesela çok büyük şeyler söylemek istiyor. İlk önce acaba sen film çekebilecek misin, bu sorunun cevabını vermek lazım. Kısafilm o anlamda aynada kendine bakmaktır. Benim için kısafilmi en en en iyi açıklayan cümle bu.. Aynada kendine bakmak.. Ben bir film yaparsam nasıl yapabilirim, nasıl bir şey olur bu? İşte önce bu soruya cevap vermek için kısafilm yapmak lazım..Sonra dünyayı kurtaracak zamanları gelecek herkesin, büyük şeyler söyleme zamanları da gelecek.
BS: Bu kadar aceleci olmamak lazım yani değil mi?
ÇI: Öyle tabi, basamaklar var. Biz de okuldan mezun olduğumuz zaman kendimizi Fellini zannediyorduk ama hayat bize bunun asla böyle olmadığını gösterdi..
BS: O zaman kısafilmi aslında uzun metraja bir geçiş olarak gördüğünüzü söyleyebilir miyiz?
ÇI: Ben öyle düşünüyorum, ama böyle de düşünülmemesi lazım aslında ama ben öyle düşünüyorum. Kendim için öyle düşünüyorum başkaları için değil. Sadece kısafilm yapan, bilmem kaçıncı kısafilmini yapan insanlar var onlar için bu durum sözkonusu değil.
BS: Kaç tane kısafilminiz var?
ÇI: Üç. Yönetmen ve senarist olarak.. Old and Wise sonuncusu..Ama yapmak istiyorum hala. Çok değişik bir şey yapmak istiyorum..Hayatımda en çok sevdiğim kısafilm de Macar yapımı Balyoz isimli bir kısafilm. 70’li yıllarda yapılan bir filmdir, müthiş bir filmdir..Bir siyah civcivin fabrikada yaşam mücadelesi..Çok büyük ödüller almıştır, dünyayı ayağa kaldırmıştır, ırkçılık karşıtı bir film. Bir bant vardır, bantın üstünden kuluçkadan fabrikada yeni çıkan civcivler geçer.Sadece eller gözükür insana ait olarak. Bütün civcivler sarıdır, birtanesi siyahtır..O eller de hastalıklı, kötü civcivleri alıp, lastik bir kovanın içine atar, araba lastiğinden yapılmış bir kovanın içine. Bir tane siyah civciv vardır ve sağlıklıdır ama siyah olduğu için o hep ayrılır. O devamlı fırlayıp kutunun içinden, bantın başına geçer tekrar; tekrar ayrılır tekrar geçer.. En sonunda perişan olmuş bir halde, artık gücü yoktur ve kutunun içinde kalır..Sonra o kutu balyozun altına gider, ezilir ezilir tüm civcivler yumurta kabuklarıyla birlikte, dümdüz olur,çimento gibi olur kutunun üstü ve kamera kutunun üstünde kalır..Ama o civciv aşağıdan o betonu gagasıyla delip atlayıp kaçmayı başarır ve siyah olarak fabrikanın dışına doğru kaçar..
BS: Bulabilir miyiz acaba bu filmi ,çok merak ettik gerçekten..
ÇI: Bence bir araştırın. İsmi Balyoz ona eminim.Bir Çek ya da Macar filmi olabilir..
BS: Bu arada biraz klasik olacak ama kısaca kendinizden bahseder misiniz?
ÇI: Kendimden bahsetmeyeyim isterseniz o kadar çok yerde artık özgeçmişim var ki...
BS: Okuldan sonrasından bahsedelim o zaman, sinemayla ilgili eğitiminiz ve sonrasından..
ÇI: Asistanlık şöyle başladı: Ben aslında ilk önce bir yabancı prodüksiyonda çalıştım, Dört Nikah Bir Cenaze’nin yönetmeniyle ülkemizde çekilen İndiana Jones Türkiye’de diye bir dizi film vardı, Young Indiana Jones daha doğrusu..Tamamen George Lucas’ın ekibiyle çalıştım ama 5. asistan durumunda falandım. Sonra Orhan Oğuz sonra Mahinur Ergun, hep onların yanında dizi filmlerde çalıştım..İlk çalıştığım sinema filmi Manisa Tarzanı’dır, asistan olarak çalışmıştım...Baya bir yaşlanmışım:)
Sonra artık bu asistanlık yıllarında kazandığım parayı biriktirip Bana Old And Wise’ı Çal’ı çektim..Betacam..Uzun süredir Avşar Yapım’la çalışıyorum. Şükrü Avşar gerçekten sinema için film yapan ender yapımcılardandır Türkiye’de..Onunla çalışma fırsatım olduğu için çok şanslı ve mutluyum..
BS: Bana Old and Wise’ı Çal, somut bir şeyler getirdi mi size?
ÇI: Beni yönetmen yaptı..Direk yönetmen yaptı yani.Şöyle oldu..O kısafilm benim elimde bir referanstı..Ben Günaydın İstanbul Kardeş’in senaryosunu bir yapımcının önüne koydum. Dedim ki bu benim senaryom, bakın bu da kısafilmim..Ve birsüre onun yanında çalıştıktan sonra o filmi televizyon filmi olarak çektim. Yani beni yönetmen yapan film kısafilmimdir. O yüzden kısafilm çok önemlidir..
Mesela yönetmen olacak arkadaşlara bir önerim var..Kendileri için kısafilm yapsınlar ama bir tane de uzun metraja yakın bir hikayeyi anlatmayı denesinler..Kısafilm için bir kazanç olmaz ama kendileri için bir referans olur..Yani ben film yapabilirimi kanıtlamaları lazım.
BS: Bundan sonra sinema adı altında soracağım her şey Çağan Irmak sinemasına dair olacak..
ÇI: Tabi tabi.Var mı acaba böyle bir sinema, varsa ne mutlu:)
BS: Bizce var..Sizce her filmin bir derdi olmalı mıdır, yani her film bir şey anlatmak zorunda mıdır?
ÇI: Eğer insana dair bir hikaye anlatıyorsanız filminizde bir şey söylemek gibi bir zorunluluğu gözardı ediyorsunuz..Yani kendiliğinden gözardı ederseniz ama hikayeniz insana dairse, o sonuçta mutlaka bir şey anlatır. Mesela Babam ve Oğlum tamamen bir hikaye..En çok sevdiğim şeyi yapıyorum mesela, bir şeye bağlı olmadan sadece o hikayeyi anlatmak. Bunun sonunda ne mesaj veriyor derseniz hiçbir mesaj vermiyor film.Ama insana dair bir film olduğu için kendi içinde bunu amaçlamadan çok şey anlatıyor..Amaç bu olmamalı..Amaç ben bir şey söyleyeyim olursa çok yanlış şeyler de söyleyebilirsin. Şöyle bir şey var mesela benim hayatımda, ben bir şey söylemek istiyorsam hep direk söylemeyi tercih ettim..Şunu kabul etmiyorum ,“mecazi anlamlara dokundurmak”..Sembolizm benim için sinemada biraz bitmiş bir şey artık.Yani “insanlar anlamasa da beğenir” gibi bir şeyin arkasına sığınılıyor, ben buna inanıyorum. Ben bir şey söylüyorsam bunu direk söylüyorum..Mesela Mustafa Hakkında Herşey’de söylemek istediğim şeyi direk söyledim, çok tehlikeliydi..Bazıları nefret etti, bazıları gülüp geçti bazıları da taptı.İşte ben böyle dürüst olmayı seviyorum sinemada açıkçası..Çünkü bir şey vardır ben buna inanıyorum..Anlamadıklarını herhalde iyi birşey söylemiştir diye beğenme durumu vardır kimse bunun aksini iddia etmesin. Ben zorunu tercih ettim açıkçası..Beni seven arkadaşlar olduğu kadar nefret edenler de var, bunu da kabul ediyorum,biliyorum..Doğal bir şey zaten..Sembolizm tamamen alt okumalara müsait bir şey olduğu için senin aslında hiç anlatmak istemediğin bir şeyi anlatıyormuşsun gibi görünmene yol açabilir..Sen aslında insan üstüne çok güzel bir şey söylerken bir anda ırkçılıkla suçlanan bir adam bile olabilirsin..Bu kadar tehlikelidir aslında..
Bir de birazcık o önyargıları kırmak lazım, o at gözlüklerimizi atmak lazım..Mesela Çöküş diye bir film vardı (der Untergan)..mesela eleştirmenler Hitler’i insan gibi göstermiş diyorlar film için, e nasıl gösterecekti..Adam dünya tarihinin karşılaştığı en iğrenç adam ama bunu anlatabilmek için o adamı anlatmak durumundasın.Her karede bu adam kötüdür mü demek zorundasın ırkçılık karşıtı bir film yaptığını anlatabilmek için insanlara? Böyle bir durum var ortada.. Mesela şöyle yaygın bir kanaat vardır şu adam hep kötü filmler çeker ya da şu adamın filmleri hep iyidir..Ben burada bir şeye çok dikkat çekmek istiyorum.Popüler kültürün ikonları ne kadar tehlikeliyse entelektüel kültürün yarattığı ikonlar da işte o kadar tehlikelidir. Çünkü insanları tek tip sinema yapmaya zorlar..Biz Yunanistan’dan sonra dünyanın en çok konuşan ikinci ülkesiyiz..Bir Türk filminde bir karakterin suskunluğunu anlarım, iki karakterin suskunluğunu anlarım ama bütün bir suskunluk gerçek değildir.Çünkü biz hayatta en çok konuşan ikinci milletiz..Nereye kadar susturacaksın bu insanları..O zaman bu insanlar Kanadalı oluyor, o zamanlar bunlar İsveçli oluyor Türk olmuyorlar anlıyor musunuz..
BS: Yine klasik bir soru olacak ama merak ediyoruz, etkilendiğiniz yönetmenler var mı?
ÇI: Valla çok sevdiğim yönetmenler var ama etkilenmedim, etkilenmemeye çalıştım..Bir kere Lütfi Akad, Türkiye’den..Benim için bir ustadır, benim için çağına göre çok büyük bir dehadır..Sonra Reha Erdem’i çok seviyorum..Dünyadan da John Cassavetes…Şimdi sinemanın tarihine baktığınızda 1920’li yıllara ait bir Rus kuralı vardır:Bir:Ben bir gözüm;koşan insanla koşarım, yürüyen insanla yürürüm ve herşeyi takip edebilirim..İki:Ben bir haberciyim, sabit bir kamerayımdır ve olanı çekerim..İki kural..Dogma sinemasının aslında temellerinin ta 1920’li yıllara kadar gittiğini görüyoruz ..Dogma sinemasını Lars Von Trier keşfetmiştir diyen bir insan, John Cassavetes’in “Yüzler” filmini seyretmemiştir..Mesela Metin Erksan’ın 70’li yıllarda 60’lı yıllarda yapıp bitirdiği şeyleri, Japon sinemasında yeni bulmuş sinema çevreleri, “aa çok güzel filmler” diyorlar ama bizim “Sevmek Zamanı”nda, Metin Erksan’ımız, değerli ustamız onları zaten yapıp bitirmişti..Yani bu “Dolls” filan yeni bir şey değil ki dünya sineması için..”Tony Takitani” de yeni bir şey değil..Sevmek Zamanı’nı seyretselerdi mesela, Tony Takitani’nin çok yeni bir şey söylemediğini görürlerdi.
BS: Kısafilm sektörünü takip edebiliyor musunuz ülkemizde?
ÇI: Bir sektör var mı, bir kere bu soru..Ben bu konuda Cnbc-e gibi NTV gibi televizyonların biraz önayak olması gerektiğini düşünüyorum. Bu kadar kaliteli kanalların bir kollarının kısafilme eğilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hiç yayınlanamıyorsa mesela 12’den 1’e kadar bir kuşak konabilir. Hem insanlar daha hevesli olacaktır, mesela Prima kanalı diye bir kanal vardı eskiden, Old and Wise orada yayınlanmıştı, çok güzel tepkiler aldı..Keşke böyle bir şey olsa ülkemizde.
BS:Kısafilmcilere, bu işin mali boyutunu halletmeleri konusunda neler önerebilirsiniz?
ÇI: Piyasaya biraz girebilmiş arkadaşlara, bazı kapılar otomatik olarak açılıyor zaten..Hani eğer asistanlıktan önce ya da sinema piyasasına girmeden önce kısafilm yapamadılarsa üzülmesinler, birazcık piyasaya girdikten sonra, bazı insanlarla tanıştıktan sonra daha çok ortam buluyorlar kendilerine..Kısafilm yapmaktan önce, piyasaya girmenin yollarını birazcık ararlarsa, kısafilm yapmak daha da kolaylaşır..
BS:Peki o yollar nelerdir?
ÇI: Kapı çalmak..Onun tam böyle bunu takip et, şuradan sağa dön gibi bir tarifi yok..Kapıları çalıp ilişkiler kuracaklar. Bir tek şey olmuyor hayatta..Oturmak..Ağlamayan çocuğa meme vermiyorlar, öyle bir şey var..
BS: Türk Sineması hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
ÇI: Geçiş dönemi yaşadığımızı düşünüyorum ben şu anda.Türk sinemasının her döneminde böyle geçişler yaşanmıştır. Mesela en güzel geçiş dönemi 60-70 arasında, yönetmen sinemasının ilk ortaya çıktığı dönemdir. Lütfi Akad’ın, Metin Erksan’ın, Halit Refiğ’in ve Atıf Yılmaz’ın ortaya çıkıp, bir dakika beyler, bir filmin bir yönetmeni vardır dediği dönem. 60-70 arasına hele 50’lerin sonuna baktığınız zaman filmlerin olağanüstü olduğunu görürsünüz. Sonra 70-80 arasındaki o zevksiz ve kitsch dönem takip etti. Sonra 80 sonrası maalesef çok büyük bir lokma yutmak babında, çok fazla entelektüel filmler yapıldı, bir hataydı bence, adım adım küçük adımlar gerekliydi oraya. Şimdi yine bir geçiş dönemi yaşıyoruz ama şimdi tehlikeli olan bir şey var sinema için..İş filmi, uç noktada iş filmi oluyor; sanat filmi-arthouse ise uç noktada arthouse oluyor. Uç noktadaki iş filminin getirdiği o zevksizlik, sinemadan uzak hal; arthouse filmlerinin getirdiği bir anlamda beni anlayan anlar,ben sadece kendim için film yapıyorum’u..Şunun yolu aranmıyor: Ben hem iyi bir film, hem halka yakın bir film hem de sinema sanatına hizmet edebilecek bir film nasıl yapabilirim..Burada büyük bir sorun var..
BS:Filmlerinizde oyuncu seçimine dikkat ettiğiniz görülüyor, yani popüler oyunculardan uzak duruyorsunuz..
ÇI: Valla uzak durayım gibi bir kaygım yok ama oyuncu olmayan biriyle çalışmayı düşünmüyorum.Ama şöyle bir şey var, mesela La Haine gibi bir film yaparsınız, o zaman amatör oyuncularla çalışırsınız ama imajların kirlettiği oyuncularla çalışmayı düşünmüyorum. Çünkü o zaman o karakteri inandıramıyorsunuz.Oluşmuş olan bir kabuk var üstünde ve o ne kadar iyi oynarsa oynasın, inanamıyorsunuz.
BS:Babam ve Oğlum’u izleme şansını ne zaman elde edebileceğiz?
ÇI: Bir aksilik olmazsa Kasım 18’de vizyonda olacak.
BS:Sitemiz hakkında konuşalım mı son olarak?
ÇI: Valla çok sevdim..Bir kere zaten ilk başta konseptiyle beraber dizaynı çok sevdim..Çünkü hemen merak uyandırıcı ve albeni diyen bir yapısı var..Oradan bazı filmleri indirip seyrettim ama şimdi biraz rahatlayınca daha çok indireceğim..Biraz dünyadan da kısalar almanız mümkün olursa iyi olabilir.
BS: Planlarımız arasında bu da var:)
Söyleşimiz bitiyor..Aman trafiğe yakalanmayalım diye apar topar ayrılıyoruz Fono Film’den hep beraber..Taksim’e yaptığımız, bol trafikli uzun taksi yolculuğunda daha çook şey konuşuyoruz ama onlar bizde kalsın:)
Teşekkürler Çağan Irmak..
Benimsinemalarım adına:
Burcu Tatlıses
Ali İlhan