|
| Turgay KANTÜRK | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
LiMaN Administrator
Mesaj Sayısı : 1977 Kayıt tarihi : 10/12/06
| Konu: Turgay KANTÜRK C.tesi Mayıs 05, 2007 8:40 am | |
| GÖL FELAKETLERİ
Göl bunu nerden bilsin! Rüzgarın kıyıyı öptüğü saatte kuruyan kanı. Oysa arsız bir böceğin bıraktığı izdir toprağı ikiye bölen ve başkalaştıran an'ın hoyratlığını, kendini bilmez ay vaktidir düş, uzar iç gölgelerine Zaman'ın, dağılır yüze vuran her şey bulutun yaprağıdır düşer, kirpiğimize akşam! Boşunadır bedenin avunduğu, savrulduğu yalan'sözle; yazdığımız. Bak işte senin ellerindir dağıtan sisi suyun üzerinden, sensin çamlara sürtünen ürkek sincap, bırak oyalasın ruhumuzu ışık, hergün yeniden başlattığımız o yanlış'isyan. Göl bunu nerden bilsin! Dipteki çamurun yüzümde bıraktığı izleri ve küçük bir ürperti gibi solan çırpınışını sözün, kaç kez yıkandığımızı aynı suda! aynı suda! aynı suda değiştiğimizi ve ölmeyen ikizimin yok'eşgalini, öperken yakalandığımız aynalar gibi; ben (yani yakanızda bir intihar lekesi) yoldan çıktığını sesimin, elimin suya her değişinde kan! kan! kan! Göl bunu nerden bilsin! Unutup kısaldığını günlerin, uzadığını belki de, yaşlı bir sandal gibi ömrümüzün batıp çıktığını iklimlere, kaç kere, suya atılan taşın çökmesi gibi, düşer ya içimize bir sesin bıraktığı tortu, her yüz biraz daha gergin, karanlık, tenha ve ıtır! Bitmek tükenmek bilmez çabası ormanın, benzemek için ölüdoğaya. Göl bunu nerden bilsin! Taklalar atan bir kuşun gölgesi tutuyor elimizden yine de, eksiliyor haberci güneşler birer birer, ne kalırsa bizden suya, onu arıyoruz, dönüşmek için
dağa taşa. 'Gidelim.' diyor ses, bu durgunluk bize göre değil, bize göre değil tatlı suda biriken acı. 'Gidelim.' Yolun yarısıdır göl! Sonu gelmeyecek yolun yarısı; bilmiyor ses. Göl bunu nerden bilsin! Oysa bir avuç tuz yeterdi sarmaya kanayan parmağı ve suya değdiği yerde yunup yıkamak için ay'ı. Bak senin yosunların bunlar; saçların, terinin serin koyağı, çıkmaz sokağın senin; boşluğun, senin yasakların bunlar, çektikçe koparıp atan ağları ve kendini çoğaltmaktan üşüyen bir çocuğun karatahtası; dilim (gün sanrısı, gece haylazı). Kibar bir hırsız gibi yürüdüğüm aytaşları, ne geçmiş ne gelecek, yırttım yazdığım falları. Bir kahkaha kadar kısa mı ömrüm, boğazıma dizilirken ardımda bıraktıklarım. Göl bunu nerden bilsin! Issız yol serserisiyim, biterim kurak tarlalarda, bir ıslıktır hasadım, çiğ olurum yaprağına düşerim kör kuyulara. Bilirsin, gözkırpan felaketler yıldıza benzer uzaktan, boşuna yansır ölümün sesi duvardan, (yani kapına bıraktığım nergis dönemez suya) zor! taşımak maskelerimizi, eğerken boynumuzu suya ağırlaşan gözlerimiz, hercai bir aynadır yüz, kendi kokumuzu bile gizleyen. Göl bunu nerden bilsin! Eşyadır ağaç, yineler kendini, düşkün, yeşil de öyle. Renkler bizim neyimize? Vurulmuştuk hani, siyah-beyaz bir filmde, alnımızın ortasından, alnımızın ortasında kuşlar! kuşlar! kuşlar! kuşlar! ve bir şeylerin eksildiği o kötürüm saatte başlamıştı unutuş, kim kırmıştı dilimdeki göktaşlarını, o gececil ıslaklık; aşk! aşk! aşk! Yön göster bana ey yılgın pusula, gizlendiğim sazlık,
hep açık mı kalacak içimdeki yara, bak kara göründü; kara! Uzat bana boynunu, kağıt gemilerim battı, düştü kale eyvah! Bağlanmakta ayak dirediğim iskele; sen bu suyu geçemezsin, çıkmaz bu yol çöllere bile, bitmez cehennem yolculuğu, Göl bunu nerden bilsin! Çek al şu sırtıma saplanmış şimşeği, yerle gök ıskalıyor her şeyi, her şey kağıtlar için biraz da, harfler, tümceler için, benim için patikalar, göle vuran kunduz leşleri, çek al suda parıldayan o bıçağı, siyah hayaletimi düşürme tuzaklara, orman gölü gizler, ben seni de uyuturum bil, kucağım alev yatağı, düşüncenin en çıplak noktası; hiç burda olmadım ben! Bir sedef telaşıyım en fazla, uzaklığım kendim için, küllerini eşeleyen gezgin, kaygılı ve uçuk, zamanın daraldığını söylüyor ipek, yok'dili konuşkan gecenin; sussam yazılan göl de eskir. Göl bunu neden bilmesin!
Turgay KANTÜRK | |
| | | LiMaN Administrator
Mesaj Sayısı : 1977 Kayıt tarihi : 10/12/06
| Konu: Geri: Turgay KANTÜRK C.tesi Mayıs 05, 2007 8:42 am | |
| ÖTEKİ SAHNE
I. Bana açlığını görüyordum-uzaktan Pınarlarda yıkandığını görüyordum, Her yerin ağlıyordu; yaz'dın.
Atmaca gibi indin-dudağıma Ellerim rüzgargülü; dönüyordu yüzünde Tozunu siliyorduk, bedenlerimizin; görüyordum.
II. Yaşlandıkça içimizdeki çınar; çatırdıyordu- hoşgörüyorduk yuvasız kuşları, çekirge bir sıçrıyordu. "Sarmaşığım ol, diyordun, bir eşlikçi gibi -soylu, inmek istemiyorum bu sahneden..." Perde hızla kapanıyordu; ikimiz kalıyorduk -önde; ağır kadifeleri okşar gibi; sakınıyordun. Yaprağıma dokunuyordun: "Tüy bu..."
III. Ben bile bile başka sözcükler sıralıyorum -çekiliyor ağ Kayalara çarpa çarpa sana geliyorum Aralanıyor göğsümdeki çukur; ah! ten soluyor içmeyince Suyunu bu çeşmenin -aklım karışıyor gözlerine Yokken tutuyorum elini; taşıyor çaydanlık Toplanmamış bir bavul gibi kala kalıyorum.
IV. Dönüyorum rıhtımına, dolu yağıyor. Kadınlar titriyorlar, yaprak gibi; uçurumdan, dolaşarak bir patikayı, varıyorlar -ıssız köylerine ölümün; susuyorlar. Dönüyorum rıhtıma; öldüğüm...
V. Ne gün, ne gece; Eşzamanlı bir mızrak geçiyor -hızla, aramızdan Çarşaflar terliyor; sen rüzgara övgüler düzüyorsun Ben -seni yazmaktan; yoruluyorum.
Usulca devriliyorsun yastığa Ben geç algılıyorum; -usulca devriliyorsun yastığa... Yazdığım yağmur yağacak az sonra Islanacak sokaklar; gideceksin -şemsiyesiz.
VI. Yüzün geri geliyor; geç değil, hiçbir şey için -hiçbir şey ağaç kadar ağaç değil. Yinele kendini; olmak sislidir, ağaç iyidir; her gün ve yeniden -gidilir. Kolların uzuyor şimdi; uzakta esniyor bir kayık -yanan gemiler; içim...
VII. Damlar ve bacalar şaşıyor Kuş yuvaları; ey suç ortaklarım!
Örtüyor sesimi dilin, börtü böcek Uyanıyor -geç kalıyoruz...
Korkunç güzelleşiyoruz; çığlığımız Duyulmuyor -çalılara takılıyor, ayağımız.
Hava, su ve toprak şaşırıyor Bir köstebek; terk ediyor yuvasını.
VIII. Yeniden dokunuyorum -gülüne; ses veriyor her yerin. Ağzın; bir çalgı gibi -dolaşıyor içimi. Arp'ını düşürüyor bir yaşlı melek; müzik susuyor -şiirlere ağlıyoruz. Gözden çıkardım dizeleri.
IX. Yarı karanlık bir çukur bu; lamba tutuyorsun Soğuyor senden kalan o mevsim, Çıkarıp atıyoruz giysilerini geçmiş yazların Yazlara ihanet ediyoruz; ağzın toprak kokuyor Ne güzel!
X. Uzanmışsın, görüyorum. Hışırtıyla deviniyor sözcükler; elim ayağım tutuluyor, dilim buluyor limanını, hızla koşuyoruz uçurumun tadına; birazdan boşalacak göğün atları -o külrengi ay, kapatınca gözümü; batacak uzak karalarda. Ağını toplamadan yitiyor örümcek-sen bana ağlıyorsun; dönerken.
XI. Unutuyoruz yeryüzünü -ben yüzümü; kırılıyor dümen Boyun eğiyor; geçmiş ve gelecek Bilim -dağlara çekiliyor; kanıyor Artık şenlik ateşleri de yakılmıyor; sevişmek için.
Zaman azarlıyor bu lanet! çocukları Diş geçiremiyor bitkin yazlara,
Ölüm diriliyor; çeşmelere -susadığı.
XII. Öylece bırakıp gidiyorum seni -uzanmış. Dallar, yapraklar arasında; nehirlere taş atıyorum, saçlarını cebime koyuyorum, mendilimi düşürüyorum. -Nasıl bir oyun ki bu, sana uçuyorum?
Ovaya yazılmış bir düş gibi -gökte- koşuyorum!
XIII. Yere düşüyor -dilimdeki imge İmgen parçalanıyor Toparlamalıyım harfleri ve seni Yeni bir sözlüğe içimde yer arıyorum.
Üşüşüyor kuşlar başıma; İmgen derin ve ağır, Konaklayacak yeni bir han arıyorum İmgeni sen sanıyorum;
Dolaşıyor suyun içimi.
XIV. Ne kadar ada varsa, hepsini sular altına gömüyorum; seni de. Yoruluyorum -bir kartal kanadı gibi; düşüyorum, uykulara. Uykularımı otlar çevreliyor, yaban otlar; bir daha! bir daha! bir daha!
Kilitliyorum kapısını, kundakladığım yalıların.
XV. Yaralı bir hayvan; bağırıyor-tuzak! Ey dünya -seni anlamlandıramıyorum; Çaresiz yazı; kara yazı; çıplak yazı; Çekip tetiği -mermiler! mermiler! saplanıyor
Saçıyor ışığını -ışığım oluyor omzun Dorukta kar; Sunağım.
Yalan kılıç; yalın kılıç; yanan kılıç; Bataklığım; Çöküyor -fay.
XVI. Söz dinlemiyorsun artık; o gri odada -bitiyor şarkı. Bir ev kuruyorsun benim için, içinde yaşlanıyoruz. Bölüyoruz ekmeği -öylece ayakta kalıyoruz.
Bir gece kuşu ötüyor -gölgelere ağlıyoruz.
Bölüyoruz ekmeği -dimdik.
XVII. Daralıyor çember -rastlantının ormanı; tutuşuyor. Bizden bize uzanan suyu arıyoruz; -"Ey vapurlar, trenler..." Dökün içinizi, içinizdeki ölü yolcuları! Yazdığım yağmur, size de yağabilir -esebilir kurduğum rüzgar; ayazda, pervazda -kaldım; şimdi.
XVIII. Artık her şeye katlanabiliyorum; sağır geceler, kötü şiirler, -kim bu kuytuda ağlayan, fiil ?- Artık her şeye katlanabiliyorum; ey çocuk yüzlü ölüm, sende çok ben buluyorum! Biterken başlıyor hep oyun. Sönüyor ışıklar; salon boş... Yalnızım öteki sahnede; beni incit! | |
| | | LiMaN Administrator
Mesaj Sayısı : 1977 Kayıt tarihi : 10/12/06
| Konu: Geri: Turgay KANTÜRK Ptsi Haz. 25, 2007 9:50 am | |
| | |
| | | LiMaN Administrator
Mesaj Sayısı : 1977 Kayıt tarihi : 10/12/06
| Konu: Geri: Turgay KANTÜRK Perş. Haz. 28, 2007 4:14 am | |
| | |
| | | LiMaN Administrator
Mesaj Sayısı : 1977 Kayıt tarihi : 10/12/06
| Konu: Geri: Turgay KANTÜRK Perş. Haz. 28, 2007 4:17 am | |
| | |
| | | | Turgay KANTÜRK | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |