'Burada sergi açmak aklıma gelmezdi' Sarkis, anonim tablolarda bulduğu izleri neon imzalara dönüştürdü. Sanatçının Mimar Sinan ve Loui Kahn'ın imzalarından ürettiği neon çalışması ise ****** Kitaplığı'nın üzerine yerleştirilecek. FOTOĞRAF:ERCAN ARSLAN
Türkiye'de çağdaş sanatının büyük ismi Sarkis, antikacı Rafi Portakal'ın galerisinde bir sergi açıyor. 'Daha önce buraya girmemiştim bile' diyen Sarkis, teklifi alınca galerideki yüzlerce yıllık anonim tabloları hatırlamış. Sarkis'in İstanbul Bienali'nde de iki ünlü mimarın imzalarını buluşturan bir yapıtı sergilenecek CEM ERCİYES İSTANBUL
Sarkis, çağdaş sanatın Türkiye'deki öncü ve en önemli isimlerinden biri. Paris'te yaşayan sanatçı, uluslararası sanat ortamının iyi tanıdığı birisi. En son Paris'te Louvre ve Bourdelle müzelerinde arka arkaya kişisel sergiler açan Sarkis, şu sıralar bienalde sergilenecek yapıtı ile Portakal Sanat ve Kültürevi'nde açacağı kişisel sergi için İstanbul'da. Malum, Portakal Sanat ve Kültürevi, Türkiye'nin en tanınmış antikacısı, müzayedecisi Raffi Portakal'ın galerisi. Sarkis'te bu kimliğe uygun, diğer çalışmalarının arasında yerini alabilen, ilginç bir sergi hazırlamış.
Yapıtlarında öteden beri 'bellek' kavramıyla hesaplaşan Sarkis, Louvre'daki sergisinde kendisinde iz bırakmış önemli yapıtlarla diyaloğa girmişti Portakal'daki, 'İmzalı Anonimler' adlı bu sergide ise sanat tarihinin yazılmamış sayfalarında kaybolup gitmiş eski yaratıcılarla konuşuyor. Raffi Portakal'ın bizzat seçtiği imzasız, 'anonim' diye anılan yüzlerce yıllık tabloların yoksun oldukları imzaları, içlerinden bulup çıkartmış Sarkis.
Sarkis'in 5 Eylül'de açılacak sergisi 25 Eylül'e kadar açık kalacak.
'İmzalı Anonimler', bulunduğu mekâna, Portakal Sanat ve Kültürevi'nin kimliğine bağlı bir sergi. Raffi Portakal-Sarkis işbirliği nasıl ortaya çıktı? Portakal ortaya çıkmasaydı bu sergi olmazdı. Böyle bir yerde sergi açacağım aklıma gelmezdi. Rafi'nin galerisine, dükkânına daha önce hiç girmemiştim bile. Burası daha çok satış yapılan bir yer. Benimse bir çağdaş sanatçı olmam dolayısıyla sistemdeki yerimizi, metayı sorgulayan bir tavrım var. Ama hiç ummadığınız bir yerden de teklif gelebiliyor. Mesela bundan 20 veya beş sene önce bile bana Louvre'dan teklif geleceğini aklımın ucundan geçirmezdim. Oysa Louvre açılmak istiyor. Orası ölmüş sanatçıların yaşayan işleriyle kurulmuş bir müze. Yaşayan sanatçılarla nasıl çalışılacağını bile bilmezlerdi. Benim de tarihi işlerle iş göreceğimi bildikleri için çağırdılar.
Rafi benim Louvre'daki sergimi görmüş. İstanbul'a geldiğim gün şans eseri rastlaştık. Orada bir teklifte bulundu. Sergi yapmamı önerirken buradaki yapıtlarla konuşacağımı düşünmemiştir sanırım.
Portakal Sanat ve Kültürevi'ni gezdiğinizde ne ifade etti sizin için? Hiçbir şey ifade etmedi. Burada yerimin ne olacağını bilinçaltından herhalde düşünmeye başlamışımdır, fakat o an 'ne yapılabilir' diye bile düşünmedim açıkçası. Teklif geldiğinde sanatçıda çekingenlik oluşur. Mesela bir müze size geçmişi olan, dolu bir yer teklif etmektedir, boş duvarlar değil. Rafi'nin teklifi üzerine önce 'Bir hafta sonra telefon et' dedim. Yani bir hafta sonra bir fikrim olmasaydı yapmayacaktım. Beş gün sonra cevabı, sergiyi gördüm. İlk gittiğimde büyük bir anonim tablo görmüştüm. O anonimlik kaldı kafamda demek ki ve oradaki anonim resimlere ışıkla imza atmaya karar verdim.
Siz anonim tablolara sahip çıkıp onları günümüz sanatına mı bağlıyorsunuz? Dikkat ettiğiniz gibi anonim tablolara hiç dokunmuyorum, içlerine imzayı koymuyorum. Onların anonimliğini sorguluyorum. Çünkü bunlar elle yapılmış olmalarına rağmen isimleri alınmış. İsimsizliğe sürüklenmiş diyeceğim. 10 tane resim var. Bunları özellikle Rafi'ye seçtirdim. Dışarıdan almasını da istemedim. Çünkü onun kendi yağı var benim kendi yağım var. Onun kendi yağıyla kendi tenceresinin içinde kavrulmasını istiyordum, ben de kendi yağımla 'O tencerenin içine nasıl girebilirim ve orayı nasıl aydınlatabilirim' onunla ilgilendim. Bana dokunan Rafi'nin buradaki durumu değil, bu anonimlerin buradaki durumu.
Peki sanatçının kendisini yapıtından dışarı çıkartabilmesi, yani anonimleştirmesi nasıl bir durum? Birtakım çağdaş sanatlarda bile imza atmayan sanatçılar var. Ben yerleştirmelerime imza atmam mesela. Madem imza konmamış veya koydurtulmamış, iki şıkkı da alıyorum ben sanatçıların tarafını tuttuğumdan, bu sanatçılar muhakkak bir yerde bir sır bırakmışlardır diyorum. Oradan yola çıkıyorum ve benim imzalarım, bu sırrın işaretini yakalamak.
Ne tür sırlar keşfettiniz? On tane keşfettim. Bunların hangi sırlar olduğunu söylemiyorum. Bu, o sanatçıların tarafını tuttuğumu vurguluyor. Fakat neonla imza niteliğindeki işaretlerim, hepsinin tablonun içinde bir yerinde barındırılmış bir okuma, bir-iki satır, bir-iki harf, bir-iki imge, bu tam giderken birden ters dönmüş bir durum, çelme takmak demek. "Bu siparişi alıyorum, bu siparişi yapıyorum, siz benim ismimi istemiyorsunuz ama ben buna bir yerde bir çelme takıyorum" bunu arıyorum.
Bu bir sipariş sergi Sarkis için. Bu tablolar da sipariş tablolarmış ve böylece siz bu sergiyi kurarken, birkaç yüzyıllık bir gelenekle bağlantı kuruyorsunuz. Bienal için yaptığınız işte de coğrafyalar arası, zaman arası bir bağlantı var değil mi? O da bir imza. Belki de bu sergideki imza, içgüdüsel bir şekilde bienalde sergilenen imza düşüncesinden doğmuş olabilir. Fakat tabii büyük fark orada iki büyük isim ve bunların birleşmeleri var. Benim işlerimde bu birleştirme her zaman var. İstanbul'da yaşadığım çocukluk zamanlarımdan beri. İstanbul bende bir paratoner yeri gibi kalmıştır. Mesela sanata ilk yaklaşmam Munch'un 'Çığlık'ıyla oldu. 15-16 yaşındayken, ben ne Munch'u tanıyorum ne Norveçli olduğunu biliyorum. Bir kıza âşık olur gibi, çarpılıyorsun. Hiçbir şey bilmiyorsun. Yedi-sekiz ay sonra bir röprodüksiyon görüyorsun.. hangi devirde yapıldığını bilmeden ona da çarpılıyorsun. O da 6. yüzyılda Hindistan'da yapılmış resimler. O ikisi çarpıyor, birisi nerede diğeri nerede...
Her Türkiye'ye geldiğimde, her yıl Selimiye'ye giderim. Hem Sinan'ın yaptığı camiyi dolaşırım hem de hamamda yıkanırım. Beni en çok çeken durumlardan birisi, Louis Kahn'ın Amerika'da yaptığı yapıtlar değil Ahmedabad'da ve Dakka'da yaptığı yapıtlar. Ölmeden önce o iki yeri görmek istiyorum, bu kasımda gidiyorum. Fakir bir ülkede bu adam iki şaheserini yapıyor, yerden doğmuş gibi yapılar...
İki mimar arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz? Beni en çarpan şey o en büyük kubbenin altında bile ezilmemeniz ve orada teke tek konuşabilmeniz. Onu hiç korku vermeden insani boyutlara getirmesi. Louis Kahn'da da aynı şeyi hissediyorum. Bu yapıların yerden fışkırması etkileyici. Şimdi büyük bir cambazlık yapıp Rafi'deki sergiye gelirsek, bu bile buradan doğmuş bir sergi. Zaten bütün sergilerimde buna dikkat ederim.