Lise yıllarımda kavram yaratımı üzerine kafa patlatırdım. Daha sonra belgesellerde duyduğum şu itirazı örnek olarak verirdim: “Uzaylıların varlığıyla ilgili tanıklıklara güvenilemez, çünkü tanıkların hepsi uzaylıları deforme olmuş insan şeklinde tanımlıyor.” Aynı şekilde, tüm kavramlar, ya dış nesnelerin genellemeleri ya da onların deforme edilmesiyle oluşan üretimler... Kesinlikle yaratım demezdim: Yeni bir şeyi nasıl söyleyebilir ki? Kullanacağımız kavramlar belli, elimizde öğrendiklerimiz var, buna ne katıp yeni bir şey yaratabiliriz? Bir kavramı bir kavramla birleştirebiliriz, ucundan kesebiliriz ya da şeklini bozabiliriz. Ama hiçten yeni bir şey yaratamayız. Dada bunu denemişti. Yeni kelimeler, saçmalama ya da sayıklama. Bir dakika: Yeni bir kelime diğer bir kelimeyle anlam kazanıyorsa var olanın bir kopyasıdır ancak. Tamamı uydurma olan bir şiir gerekli o zaman bize. Peki bu uydurma şiir, yazanın özel dilinde kendisine bir şey ifade edecek mi? Sünger örneği, süngeri sıktığın zaman çıkan su içinde beklediği kovadakinden farklı olamaz.
Olası tüm resimler: Elimizde hayali bir tuval var. Yüzeyindeki her bir atomu tanrısal bir bilgisayar tarafından kontrol edilen bir tuval. Sonsuz hızda çalışan bu bilgisayar her atomun vereceği rengi ve şekli değiştirerek resimler oluşturuyor bu tuvalde. Olası tüm resimlerin toplamı. O zaman, ressam çizdiği zaman yeni bir şey yaratıyor mu? Yoksa olasılık olarak var olan bir resmimi keşfediyor? Sanatta yaratım yanılsama mı? Borges’in kütüphanesi: Yazılan ve yazılabilecek tüm kitapları içeren bir kitaplık. Sonsuzluk hiçliğe akar gibi. Haklılığından şüpheliyim: Matematiksel olasılıkların toplamının dışında yaratım olamaz. Hep’e doğru bir ilerleyiş, hiç’e doğru koşu değil.
Olabilecek tüm eşyalara ve durumlara isim verdik. Kavramlarımız sona eriyor mu? Var olanları deforme ettik. Nereye kadar?
Dış dünya sınırlı oldukça iç onun içine sıkışır. İç sınırsızsa ancak dışı keşfedebilir.